|
Ahmet Kekeç"le ayrı görüşteyiz...

Okurlarım hatırlayacaklardır, bu köşede yazmaya başladığımda Ahmet Kekeç''ten, İnce''yi ödünç olarak istemiştim; o da sağolsun, “Hay hay... Lafı mı olur!” diyerek ustalığını, dostluğunu göstermişti.

Ama İnce, bana hiç lazım olmadı, çünkü, bu geçen zaman içinde gördüm ki, “Özdemir İnce''nin Problemi” konusunda Ahmet Kekeç''le ciddi bir görüş ayrılığı içindeyim.

Şöyle ki, Ahmet Kekeç, İnce''nin –doğru düşünmediğini de değil– çirkin düşündüğünü düşünüyor.

Bense, İnce''nin asıl probleminin çirkin düşünmek de değil, hiç mi hiç düşünememek olduğunu düşünüyorum.

Bir beyni var kuşkusuz…

Ama o beyin, insiyâkî olarak yaşamasını sağlayan bir beyin sadece…

Gazetedeki yazılarından bu sonuca varılamaz diye düşünebilirsiniz…

Zaman zaman pehlivan tefrikasına dönüşen gazete yazılarına bakarak varmıyorum zaten bu yargıya.

Varlık dergisinin, Şubat 2010 sayısındaki soruşturmaya verdiği cevaba bakarak söylüyorum bunu.

Savaş Kılıç''ın, “Başka bir edebi modernleşme mümkün müydü?” başlıklı yazısından kaynaklanan bir soruşturma...

Kılıç''ın yazısı, o soruyu yıllardır soran ve tartışan Müslümanlar açısından bir yenilik taşımıyor olabilir.

Ancak, bu yazının Varlık dergisinde yayınlanması, soruşturmaya konu olması Sol ve Kemalist-sol açısından önemli...

Bu bağlamda sağcıların ve Kemalistlerin irapta mahalli yoktur zaten.

Savaş Kılıç, konuyu geçmişten bugüne gündemlerine hiç almayanlar için çok doğru şeyleri sormuş ve o sorulardan elzem sonuçlar üretmiş.

Örneğin, “Modernleşme ile Osmanlı birikimi / mazisi / geleneği arasında esas itibariyle bir çelişki var mıdır? Nasıl oluyor da (ve niçin) ''gerici'' A. Hamdi Tanpınar memleketin hayrı için sosyalizmi savunabiliyordu? Başka türlü tasavvur edilmiş bir edebi modernleşme, başka türlü hayata geçirilebilecek bir toplumsal modernleşmenin modeli olabilir miydi?” diye sormakla yetinmeyip, bunların “Kısır gündelik tartışmaların, gerçeğe zorla giydirilmiş akla ziyan karşıtlıkların cenderesinden kurtularak üstüne düşünmemiz gereken sorular...” olduğunu ifade etmiş...

Varlık dergisinin soruşturmasına katılanlardan biri de, İnce...

Dergi yöneticileri onun katılımından sonradan bir pişmanlık duymuşlar mıdır bilmiyorum ama, Savaş Kılıç''ın, İnce''nin cevabını okuduktan sonra, “akla ziyan karşıtlıkların cenderesinden kurtularak..” şeklindeki vurgusunun İnce''yi kapsamadığını, bu vurguyu sadece düşünenler için yaptığını içinden tekrarlamış olabileceğine inanıyorum.

İnanıyorum çünkü, düşünmesi düşünmemesi de bir yana, İnce''nin cevabı her şeyden önce tipik bir nezaketsizlik örneği...

Şöyle başlıyor cevabı: “Savaş Kılıç''ın yazısı beni hayal kırıklığına uğrattı. Böylesine yüzeysel bir yazı üzerinden yorumsal bir tartışma açmak yararsız.”

Nezaketsizlik, düşünememenin sonuçlarından biri değil midir zaten?

Düşünemiyor ve işte bu yüzden hızını alamayıp, nezaketsizliğini soruşturmayı yapanlara da yöneltiyor: “Savaş Kılıç''ın yazısını bir kez daha okuduktan sonra sorularınızı yanıtlamaktan vazgeçtim.”

“Vazgeçtim” diyor ama bu vazgeçme, nezaketsizlikten vazgeçmeme şeklinde tezahür ediyor. “Ben kendi yolumda gideceğim”le başlayıp, üç sözü üzerinden Marx''ı özetlemeye yeltenerek yaklaşık üç sayfa boyunca martaval okuyor.

Yahya Kemal''e, Araba Sevdası''nda alaya alınan batıcı tipini yakıştırıyor.

Tanpınar''ın da, bu konuda Yahya Kemal''den geride kalmayacağını söylüyor.

Bunları okurken, Ahmet Kekeç''in, İnce''yi konu alan son yazısının final cümlelerini hatırladım:

“…bana bugüne kadar edebiyat dergilerinde yayımlanmış ''Özdemir İnce''nin şiiri'' başlıklı ciddi bir yazı göster, seni edebiyat tarihinin ''gelmiş geçmiş en büyük ladini şairi'' ilan edelim.”

Hatırladım ve elbette bastım kahkahayı…

Sonra da Ahmet Kekeç''le yazımın başında belirttiğim işte o ciddi görüş ayrılığını gidermenin çok zor olduğunu farkettim.

Çünkü İnce''ninkiler “zırva” değil, zırvanın ne olduğunu bile bilmeyen mutlak düşüncesiz birinin sözleri…

Hani İnce''de, birazcık idrak olduğunu vehmedebilsem diyeceğim ki, “İnce, Yahya Kemal''in, Tanpınar''ın paçalarını çekiştiren yaramaz bir çocuğa benziyor…”

Zerre miktar bir imkân bulsam diyeceğim ki, “o, babasına çelme takmaya çalışan azgın bir velet…”

Böyle söylememe yol açacak hiçbir olumlu veri yok...

Ahmet Kekeç olsaydı, sözünü ettiğim yazısını “Hayatımda okuduğum en zırva yazı 2” diye yeniden döşerdi belki…

Ama İnce''nin mutlak düşüncesizliğini düşünmeye benim zihnim isyan ediyor…

Bir tür bireysel korunma ve doğal yapıyı koruma ihtiyacı…

Acıyacağım acıyamıyorum ona, kızacağım kızamıyorum…

Bu durumda ne diyebilirim ki İnce''ye…

“Bak hacım, Sultanahmet''in borularından bir türkü yükseliyor… dinle de kumrular girsin rüyana…”

14 yıl önce
Ahmet Kekeç"le ayrı görüşteyiz...
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık