, Ali Fethi Bey'in meselesi değil aslında. Bunu Atatürk istiyor çünkü yeni yönetimi (Tek Particiliği) şekillendirecek ama, olası iç ve dış itirazları önleyebilmek için buna dayanak oluşturacak malzemelerin de derlenmesine ihtiyaç duyuyor.
Bu manada Atatürk'ün, meseleyi çok ciddiye almasından olsa gerek, halkın tepkisini ortaya çıkarma işini Ali Fethi Bey'e yüklese de, ilgili olayları izleme ve sonuçlarını değerlendirme işini ona bırakmadığı anlaşılıyor.
Çünkü sadece
sanıyla maruf
'ın tanıklıkları ve talebi Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın, hem de vefasızlık suçlamasıyla kapatılmasına yeterli geliyor.
Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın 4 ay 5 gün süren kısacık ömrüne aldanmayınız. Bu kısa sürede siyasi tarih açısından birbirinden ilginç çok önemli olaylar yaşanıyor. Bunlar
'in
'ndan okunabileceği gibi, internet ortamında yer alan ilgili akademik tezlerden okuyabilirsiniz.
Hazır Ahmet Hamdi Başar'dan da söz etmişken, şu olayı ondan nakleden de ben olayım:
Ali Fethi Bey, (yanlış hatırlamıyorsam) Manisa'da, halka hitap etmektedir.
Konu Kemalist devrimlere gelince, sesini daha da yükselterek, “
” dediği anda, onu dinleyenler adeta
başlarındaki şapkayı çıkartıp, yere çarparlar.
Bu tepki karşısında telaşa düşen Ali Fethi Bey, sözünü şöyle tamamlar: “
”
O bunu söylediğinde, halk yine adeta insiyaki bir şekilde, dünya siyaset tarihine yazılmayı hak edecek şu davranışta bulunur:
ve Ali Fethi Bey'i, en küçük bir umut kırıntısını, hafif tebessümü dahi taşımayan bir yüzle dinlemeyi sürdürür.
Daha önce de kimi vesilelerle ifade ettiğim gibi
, CHP'yi temsilen, bugün, anayasadaki değişikliklerin kabul edilmesini ret tahtında, çok partili siyasi hayat da dahil hangi konuyu dile getirirse getirsin, bizzat CHP'nin tarihinde, onun dile getirdiklerinin hemen hepsini yalanlayacak, geçersiz kılacak bu vb. mutlaka bir olay, bir beyan bulunmaktadır.
Örneğin, son konuşmalarından birinde,
soyunup, referandumda hayır oyu vermenin demokrasiyi savunmak olduğunu, hatta bu savunuculuğun geleceğe bırakılacak bir destan niteliği taşıdığını söylüyordu.
Örneğin, hemen aklıma geliveren şu üç örneği zikredeyim:
1-Yıl 1950. DP'liler ezici bir çoğunlukla seçimi kazanmış olarak Meclis'in ilk oturumunda, ana muhalefet partisi CHP'den, yapacakları icraatlar konusunda kendilerini uyarmalarını, eleştirmelerini isterlerken, CHP liderinden (mealen) şu cevabı alırlar:
!
2-Aynı CHP lideri, 1960 darbesinden birkaç gün önce, Menderes ve arkadaşlarını idam sehpasına götüren o süreci bizzat elleriyle hazırlayışının bir belgesi olarak da görülen şu sözü söyler: “
!”
3-1999'da, FETÖ başının ahirette şefaatçisi olacağını beyan ettiği
, demokratik ülkede(!) halkın oyuyla seçilmiş, başörtülü bir milletvekilinin Meclis dışına çıkartılması için, köpürmüş bir ağızla şunları söyler: “
!”
Kılıçdaroğlu'nun hemen her sözü, CHP tarihindeki malum karşılıkları nedeniyle “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” söyleyişine denk düştüğüne göre, onun demokrasi koruyuculuğuna soyunması hususunda farklı bir telaşın etkisiyle konuştuğuna hükmedilebilir.
Buna ilk tekabül eden niyet, devlet ve millet adına neye mal olduğuna hiç bakmaksızın koalisyonlar, şartları oluşturulduğunda azınlık hükumetleri yoluyla kısa sürelerde de olsa CHP'yi iktidar koltuğuna oturtabilmektir. Anayasa değişikliği 16 Nisan'da halk tarafından oylandıktan sonra ise, CHP, söz konusu umudunu da tümüyle yitirmiş olacaktır.
Mesele budur.
İşine gelmediği, onu oluşturan mutlu azınlığa bir fayda sağlamadığı sürece demokrasi, CHP'nin asla umurunda olmamıştır ve bundan sonra umurunda olması da mümkün değildir.