|
Aslında siliyorlar

Ürünleri çok satan yazıcılar yeni bir ürün çıkardıklarında eski tartışmalar da –uyandırılmış tandır ateşi gibi– tekrar alevleniveriyor.

Onların ve yeni ürünlerinin düzeysizliğini söyleyenlere karşı ilk soru (ki, biraz da bunların kapitalizmin işleyişini hazmedememiş olabilecekleri ihtimaliyle) “ürünü çok sattığı için mi kusur buluyorsunuz?” şeklinde oluyor. Sorunun “ürünü çok satıyor diye kıskanıyor musunuz?” şekli ise zaten bu sorunun gerisinden nanik yapıyor.

Kendi adıma, bu soruya çeşitli vesilelerle verdiğim bir cevabı tekrarlamam, sanırım yararlı olacak:

Demiştim ki, “domates de çok satılıyor; onun çok satılmasından rahatsızlık duymadığıma göre, bir yazıcı ürününün çok satmasından da rahatsızlık duyamam.”

Ve bu nedenle “çok satanları” çok görmemeyi tercih ediyorum. Eğer görürsem onları görüp, domatesi görmememin domatesi incitebileceğini düşünürüm.

İlle de kitabın içinden konuşulmasını isteyenlere karşı söyleyebileceğim şey de şudur: Kötü olanın kötülüğünü belirlemeye kalkışmak, edebiyat adamlığını bırakıp kabzımalcılığa soyunmaktır. Ki, kabzımal işlerinden hiç anlamadığım için ben bunu yapamam.

Buraya kadar söylediğim, konunun en anlaşılır kısmıdır.

Bir de çoklarının anlamakta güçlük çektiği asıl kısmı var.

Bu kısmı konuşmak çoğu zaman Elif Şafak, İskender Pala, Canan Tan, Ayşe Kulin vb. isimleri zikretme zorunluğunu doğursa da aslında bu isimlerin tümünü aşan bir ciddiyet arz ediyor.

Hele hele benim bu isimlerle hiçbir meselem yok; yetmiş beş milyon insanımız içinden sayıları bugün onu, yarın belki bin beş yüzü bulabilecek isimlerden T.C. nüfusuna kayıtlı bulunan kimi isimler bunlar sonuçta...

Yani kişi, olay, ürün değil benim meselem; benim meselem “konuşulması gereken asıl kısım” dediğim sabit, gerçek, fîlî bir olguyla ilgili.

Olgu şudur: Her yeni “çok satan ürün”, edebiyatımızın temel esaslarını silme çabasının bir meyvesi olarak düşüyor kucağımıza.

Peki, nedir bu esaslar?

Önce “edebî”likten uzaklaşmak! Daha açık bir söyleyişle, edebiyat için zorunlu olan “edeb”den uzaklaşmak... “Edebî olan”ı ise dile, kültüre, edebî mirasın geleceğe aktarılmasına verilen emek belirler.

Söz konusu ürünlerden hangisi bunlara denk düşüyor?

Hiçbirisi denk düşmüyor.

Neden denk düşmüyor?

Çünkü, o ürünler yığınların ilgi duyduğu konulara, gündelik gelişmelerin öne çıkardığı olaylara, dumanı üstünde tüten siyasal ve sosyal çatışmalara “göre” yazılıyor da ondan denk düşmüyor.

Sonra, söz konusu ürünler hilkatten kaynaklanan bir yeteneği ya da çok okumak, has bilginin izlerini sürmek, kendine mahsus bir dünya görüşü ve “yerli” edebiyat anlayışı edinmek suretiyle “hak edilmiş” bir edebi emeği içermiyor; arz – talep dengesine uygun kapitalist bir çabanın sonucu olarak tezahür ediyor. Bu yüzden ürünlerini “zamanında” sunanlar kendilerini “yazarlık tahtına” oturmuş sayıyorlar. Yayıncıları tarafından kiralanmış tv programlarında yerli edebiyatla bir bağ kurmamaya özen göstererek, yazı âlemi kendi varlıklarından ve ürünlerinden ibaretmiş gibi bir tablo çiziyorlar.

Bu tabloyu çizerken de çizgi-altı okurun hislerine seslenmeyi, onların ideolojik saplantılarını, yalnızlıklarını, bunalımlarını, romantik tutkularını tahrik etmeyi edebî emeğin yerine koymaya çalışıyorlar.

Ayrıca, savunma kürsülerini de –kapitalist yazıcılık terbiyesini edindikleri– gerçek efendilerinin mekanlarında kuruyorlar.

Adeta biz “yerlilere” aba altından sopa gösterircesine, bizi kendilerinin layık gördükleri bir kültürel maduniyet dairesine hapsedercesine “El insaf! Zaten İngiltere''de yazdığım, İngiliz yayıncımın çok severek satır satır okuduğu, İngiliz ajansımın çok severek temsil ettiği… Dünyanın en iyi yayınevlerinden Penguin ve Viking tarafından 2012 senesinde İngiltere''de ve ABD''de…” yollu diskur çekebiliyorlar.

İşte bu nedenle bu malum yazıcılar bir şey yazmış olmuyor, aslında siliyorlar. Yerli edebiyatın içini boşaltıp, ona içeriksiz bir içerik yüklemeye çalışıyorlar ve bu yüzden kılavuzluklarını da kargalar üstleniyor.

Konunun acilen ve özenle konuşulması gereken asıl kısmı budur.

Domatese ve kimi isimlere takılıp kalmayalım lûtfen.

13 yıl önce
Aslında siliyorlar
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz