Bunun ilk modeli ise, Medine’deki Mescid-i Nebevi’dir.
Bu manada, cami mimarisindeki gelişmeler de, son tahlilde daha fazla sayıda kişinin birlikte ibadet etmesini sağlama gayretine bağlı olagelmiş ve “Allah’a ibadete mahsus yerlerin/mescitlerin bakım ve hizmetini üstlenme hakkı sadece ve sadece Allah’a ve ahirete iman eden, namazı hakkıyla kılıp zekâtı veren ve yalnız Allah’tan korkup çekinen kimselere aittir. Pek tabii ki ancak böyleleri umduklarına kavuşacaktır” (Tevbe Suresi, 9:18) ilahi hükmü gereğince, Müslümanlar camilerin yapımı, bakım-onarımı ve hizmetlerinde adeta yarışmışlardır.
Hal böyle olunca, sanat, hüner, marifet, maharet, zanaat sahibi Müslümanların, kendi kulluklarını işleriyle Hakk’a (ve halka) gösterebilecekleri ilk mekanlar camiler olmuş, diğer bir ifadeyle camiler, İslam sanatından söz edilen yerde aslında kendisinden söz edilen yapılar olarak da öne çıkmışlardır.
Ne var ki, uhrevi ve dünyevi niyetin (kulluk ile hünerin) camilerde bu şekilde cem olması, Batılıların sanatın tezkiyecisi durumuna gelmeleriyle birlikte, İslam sanatına mahsus sorunların da sebebi haline gelmiştir.
Öncesinde, Batılı oryantalist sanat tarihçilerinin küçümsemeleriyle ortaya çıkan bu husus, sonrasında yerli oryantalistlerin yanlış bakma, görme, okuma ve değerlendirmeleriyle belirginleşmiştir.
Kuban, Batılı bir mimarinin ezberi içinden yetişmiş bir bilim adamı olmasına rağmen, ilk çalışmalarında değilse de izleyen çalışmalarında, başkalarının yanlışlarını da tashih edecek şekilde çok değerli eserlere imza atmış fakat, cami yapımındaki ilk (ve her devirde, her coğrafyada belirleyici olan) niyete ikincil bir önem yüklemesi ve mihrap duvarındaki sadeliğin ibadetle doğrudan ilişkisini göz ardı etmesi nedeniyle ikili bir yanlıştan da kurtulamamıştır.
“...İlk bakışta çok ayaklı bir yapı hissi kuvvetle duyuluyorsa da, bu, Arap camilerinde kıble duvarına paralel sıralardan oluşan bir mekan etkisinden farklıdır. Burada namaz sıralarının değil, fakat mimari tasarımın yapıyı şekillendirdiği, yani pratik nedenlerden çok estetik ve simgesel nedenlerin tasarımı yönlendirdiği görülmektedir. (...) Caminin kaba inşaatı tamamlandıktan sonra bezemeye kapılardan ve mihraptan başlanmış olduğunu söyleyebiliriz. Büyük maksure kubbesi altındaki güzey duvarının, kubbeyi taşımak için strüktürel amaçlı da olabilecek çok büyük yarım silindir profili payandalarla sınırlandırmış ve büyük bir olasılıkla, şimdiki durumdan çok daha zengin bir bezeme programı ile süslenmesi öngörülmüş olmalıdır. Silindirik payandalardan çıkan büyük yaprak motifleri, yetiştirilememiş ya da bitirmek olanağı kalmamış bir bezeme programının işareti olarak görülebilir. Çünkü kapılarla karşılaştırıldığı zaman, mihrap nişi dışında, kıble duvarı oldukça çıplaktır. Burada sanatçının öngördüğü kompozisyonu tahmin etme olasılığı yoktur. Fakat mihrap duvarının iki yanında, kuzey kapısında ve Şifahane kapısındaki özgür ifade ile yontulmuş olan büyük yapraklar, taçkapıların ve mihrap duvarının olağanüstü bir bezeme programı ile tasarlandığı kanısını vermektedir.”
Yukarıdaki iki örnek üzerinden ileteceğimiz mesaj ise ancak şu olabilir: İslam’da ibadetin künhüne vakıf olunmadan, İslam sanatı adı altındaki fiillerin, tutumların künhüne vakıf olunamaz; bu cümleden olarak, bir caminin, cami niteliğini sürekli korumak kaydıyla ancak bir camiden daha fazlası olabileceği de unutulamaz.