|
Bir rüyam var!

Yazı başlığımın Martin Luther King''vari (I Have A Dream) bir seslenişi hatırlatacağını tahmin ettiğim için peşin söyliyeyim; benim rüyam rüyalardan bir rüyadır, geçmişe ait bir bulgu, geleceğe ait bir keşif değildir ama King''in o ünlü seslenişine neden olan kimi hususlarla benzeşen yanları olduğu için onu sizinle paylaşmayı gerekli gördüm:

Güneşe rağmen aşırı soğuğun hüküm sürdüğü bir günün öğle vaktinde, Kafka''nın Şatosu''ndaki K''nın psikolojisine yakın bir psikolojiyle, gerisindeki binayı göremeyeceğim kadar yüksek bir kapının önünde bekliyorum.

Koltuğumun altında bir kitap var. Benim kitabımmış, adı da "Hizmet Yollarında"ymış. Kitabımın adını biraz arabesk bulmama rağmen ara ara ona sevgiyle dokunarak, o kapıdan içeriye alınmayı bekliyorum. Bekleyen başkaları da var. Ben oraya ilk kez geliyormuşum.

Geliş nedenim konusunda kuşkular taşıyorum, "Burada beklemeye, bir kitap için görüşmeye değer miydi?" filan gibi. Bir ara yanımdakilerden ikisinin konuşmalarına kulak kabartarak öğreniyorum ki, kitabımın varlığını bu görüşmeyle tescil edebilecek ve dağıtma, satma hakkını kazanabilecekmişim.

Ben bunlarla uğraşırken kapı hafifçe aralanıyor ve kişi başına düşen gayri safi kıl oranına tek başına gösterge olabilecek bir insan başından benim adım sesleniliyor. Hemen kitabımın koltuğumun altındaki duruşuna bir çeki-düzen verip o sese doğru yöneliyorum. Yüksek kapı ancak benim girebileceğim kadar aralanıyor ve hop içerdeyim.

İçerisi başka bir dünya… Güneşli ve dışarısı gibi soğuk değil, sıcak. İrili ufaklı yüzlerce kubbesi olan bir binanın önündeyim. Dikkatimi çeken ilk şey binanın üstündeki kocaman ve rengarenk gökkuşağı… İkincisi ise binanın kapısındaki bakır plakette yer alan şu satırlar:

"Buraya gelen bize kul olur / Bize kul olmayan doğmadan ölür / Gökkuşağı Riyaset-i Umumisi."

Yazıyı okur okumaz, buraya niye geldim diye kendime içimden okkalı övgüler dizerken, birden kocaman bir toplantı salonuna düşüveriyorum. Salonda, en az yüzer kişinin oturabileceği büyüklükte iki masa var. Uzaktan baktığım için masalardan birinin "t", diğerinin "n" şeklinde olduğunu fark edebiliyorum. Bu harfler neyi ifade ediyor diye düşünürken, yerden bitme biri paçalarımdan çekiştirerek beni sandalyelerden birine yönlendirdikten sonra, hafif bir sesle şunu söylüyor:

"Yüce üst kurulumuz sende bir kabiliyet gördüğünden, seninle ikinci fetva kurulu ilgilenecek; hadi iyisin, yazarların çok azına bu nasip olur."

Kocaman salon, "t/n" şeklindeki iki masa, loş bir ortam, içimde garip kuşkular… Okkalı övgülere devam… Ben dalıp gitmişim, adamın söylediklerini zar zor işitiyorum.

Yönlendirildiğim sandalyeye oturduğum anda, tıpkı Pavlov''un şartlanma teorisindeki gibi, aniden açılan yedi gizli kapıdan, ellerinde bir sürü dosyalarla yedi kişi geliverip çabucak karşıma oturuverdiler.

Ortadaki, işaret parmağını bana doğru uzatıp, "Seni ilk fetva kuruluna, yüce üst kurula almadık, yetenekli görünüyorsun ve dini bir kitap yazmışsın. Bu kitabınızın varlığının onaylanması demektir. Biz satış fetvası kuruluyuz. Şimdi kitabınızın dağıtım ve satışının onayını görüşeceğiz."

Sonra kendi aralarında bağıra çağıra tartışmaya başlıyorlar. Ne konuştuklarını, niye böyle tartıştıklarını bilmiyorum, merakla olacakları bekliyorum.

Nice sonra, ortadaki adam, yine işaret parmağını bana doğru uzatarak: "Kitap kurulumuzca incelendi ve içinde dört ayrı yerde ''Tanrı'' kelimesinin geçtiği belirlendi. Neden "Allah" yerine "Tanrı" dediğinizi sorgulamayı gerekli görmüyoruz çünkü vaki durum kitabınızın örgütümüzce dağıtılmaması ve haliyle satılmaması için çok açık bir gerekçe oluşturuyor. Savunma yapmanıza izin vermiyoruz ama bize söylemek istediğiniz bir şey varsa kurulumuz sizi kısa bir süre dinlemeye hazırdır."

Onun bu sözlerine karşılık ben gülümsüyor olmalıyım ki, kuruldakilerin asık yüzleri hepten asılıveriyor. Hemen toparlanıp, birden soruyorum: "Kaçınız yazarsınız?"

Sorumla birlikte kuruldan yine bir uğultudur yükseliyor, yine ortadaki sorumu şöyle cevaplandırıyor: "İki arkadaşımız hırdavatçı, biri müteahhit, biri kaportacı, biri ana-sınıf öğretmeni, ikisi de manavdır."

İçimden "Bari biriniz yazar olsaydınız, verdiğiniz kararı dert etmezdim" derken, rüyadayım ya, hemen şu soruyu da soruyorum: "Şahin, Büyükçaba bankası, Solucan, çoKRam bankası, Tambirtaş vb. yayınlarının Tanrıya küfreden kitaplarını dağıtıyor ve satıyorsunuz da dört adet halis niyetle yazılmış Tanrı sözcüğü yüzünden benim kitabımı niye cezalandırıyorsunuz?"

Benden bu tepkiyi hiç beklemeyen kurul yine telaşla ve uğultuyla karışırken, ortadaki herif el kol hareketleriyle birilerini çağırıyor ve ben "Lahavle" bile diyemeden, Gulliver''in Maceraları''ndakine benzeyen dört yerden bitmenin omuzlarında kendimi binanın dışında değil, o ilk beklediğim yerde, yüce kapının önünde buluveriyorum.

Bekleyen başkaları da vardı demiştim; onlardan biri öfkeyle şu sözleri haykırırken uyandım: "Kahrolasın Hıdır, bizden olmayanın akibeti budur!"

"Hıdır" da nereden çıktı diye düşünebilirsiniz.

Rüyamdaki adımmış, Hıdır.

15 yıl önce
Bir rüyam var!
Kara dinlilerle milletin savaşı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü