Rabbimiz duayı, isteme (talep) ve kabul etme şeklinde iki unsura bağlamıştır. Müfessirlerin büyük bir kısmının, istemeyi kulluk ve ibadet etme şeklinde tefsir etmelerine rağmen, ilgili ilahî ibaredeki istemenin (Mü’min Suresi, 40/60) zahirinden hareketle, onun mala, mülke, eşe, evlada, sıhhate.. dair salt dünyevî talepleri ihtiva ettiğini söylememiz de mümkündür.
Uzun bir dua olması bakımından, hac da evvelinde bu bağlamda bir dünyevîliğe açık durur. Nitekim, “Rabbimiz bana bu yıl haccetmeyi nasip et; bana hac yolunu kolaylaştır; haccı gereğince ifa edebilmem için bana sıhhat ve güç ver; hacda bana, geride bıraktığım aileme imkan genişliği ver” şeklindeki dualar, berlirttiğimiz bağlamda ferdî (nefsânî) dualar olarak öne çıkar.
Ama haccın toplamı içinde yapılan öyle dualar var ki, bunlar sıradan (ferdî / nefsî) talepleri aşan ve hatta nefsi, isteyen değil bilakis istemeyen konumuna ulaştıran dualardır ki, Allahualem, bunların asıl etkisi istememeyi de, istemeden isteme, mertebesine yerleşebilmekten kaynaklanmaktadır. Tavaf, Sa’y ve Vakfe bu tarz dualara mahsus özel zarf (mekan) olmaları bakımından, burada izlemeye çalıştığımız tefekkür şeklinin doğruluğunu teyid etmektedirler.
Bilgi yoluyla üretilmiş duayı şu örnekle somutlaştırabiliriz:
Bu örnekten hareketle söyleyebileceğimiz şey, dua esnasında hacda bunun fevkinde olanın yapılmasına çalışlmasıdır.
Burada, muhtemel bir yanlış anlaşılmayı peşinen önlemek için şu parantezi açmalıyız:
Şimdi konumuza dönecek olursak: istemeden/hesaplamadan (bilgi malzemesiyle üretilmeden) dua edebilmenin en pratik yolunun, her hal ve şartta dua üzere bulunmaktan geçtiğini belirtmeliyiz.
Bu hususu, bir işe başlarken, Besmeleyi düşünerek / tasarlayarak çekmek yerine, daha iş duygusundan hareketle işe başlamadan hemen önce onu çekebilme örneğiyle açabilir ve hamdetmeyi düşünmeden hamdetmeyi, aynı şekilde şükretmeyi, bir talebimizi (örneğin sıhhat ve afiyet isteğimizi) kurgulamadan Rabbimize iletmeyi de bu örneğe dahil edebiliriz. Bunun manası, duayı bir vakte (bir eyleme, bir mahalle) tabi kılmak yerine, mahiyeti itibariyle boş / yok olan vaktin tamamını dua ile doldurmak / var kılmaktır.
Öyle ki, İslam ahlakı cihetinden de bu, bir kulluk edebi olarak tahsili mümkün bir durumdur ve nitekim nefisler de bunu zorlanmadan benimseyecek özellikte yaratılmışdır.
Uyumada, uyanmada, iş yapmada ezanı esas alan bir Müslüman, aslında genel olarak belirttiğimiz tarzda bir dua ikliminde yaşar. Burada haccı özel bir vakte (ki, Şeyh Muhyiddin’in söyleyişiyle: vakit, zaman saplanmış bir bıçaktır) tabi olması bakımından benzerlikte farklılaştırıyoruz.
İstemeden (bilgi sayesinde kurgulanmadan) yapılan birkaç dua örneğiyle bitirelim bu bahsi /ama nasipse bir sonraki yazıda yapalım bunu inşallah.