|
Hayvanların irfanı
Yazımın başlığı,
William Chittick
'in 23 – 28 Mayıs 2008'de İstanbul'da başlayıp, Şam'da tamamlanan
Uluslararası (Modern Çağ ve) İbn Arabi Sempozyumu
'ndaki İngilizcesi
The Wisdom of Animals
olan tebliğinin başlığıydı.


Ramazan'ın ilk günlerinde, Mustafa Aşkar Hoca'nın bir televizyonda “Namaz kılmayan hayvandır” şeklindeki beyanı, büyük oranda kendi bağlamından kopartılarak bir linçe dönüştürülmek istenilince ve birinin bir kediyi duvara çarparak, yavrusunu da ayağıyla öldürdüğüne dair haberler gündeme düşünce, Chittick'in söz konusu tebliğiyle ilgili notlarıma yeniden bakma gereği duydum.



Bence her iki yönüyle de sorunun temelinde, modernizmin hayvan hakları savunuculuğunun dayattığı maddileşmiş / materyalistleşmiş bir zihniyet yatıyor.



Çünkü, hayvanlarla kurduğumuz ilişki, öncelikle onların bize

musahhar kılınmasına

dair İlahi kelama

(bkz.: Lokman Suresi, 31:20) dayanıyor.



Nimet

kelimesiyle desteklenen bu musahhariyet, bir fethi gerektirdiği için

toprağın

fethiyle eşitleniyor ki, bu fetih geçiciliğiyle, doğanın ve ondaki her şeyin birer emanet oluşuyla bize ilişerek,

merhamet

kelimesinin o şeylere kendi hakikatlerine göre davranma zorunluluğuyla bir inanç ve ondan beslenen bir kültür temeline oturuyor.



Dolayısıyla, doğaya hükmetme çabasındaki materyalist zihniyetle, doğaya onun ve ondaki şeylerin hakikatini (ve haklarını) ihlal etmeden istifade etme yönündeki bizim zihniyetimiz farklı bir temele ve uygulama esasına dayanıyor.



Hatta

İbn Arabî

(ra), bugünkü din (ve tasavvuf) anlayışımıza göre bir çoğumuzun kabullenmekten kaçınacağı şekilde, doğayı metafiziğin, hayvanları ibadet olgusunun içine çekerek şekilde şunları söylüyor:



“Hayvanlara gelince: Bizim onlardan bazı pirlerimiz vardır. İtimat ettiğim şeyhlerden birisi atlardır, çünkü atın ibadeti pek gariptir. Ayrıca şahin, köpek, kaplan, karınca vb. hayvanlar da vardır. Onların ibadetlerini kendi yaptıkları gibi beceremedim. Bütün yapabildiğim belirli bir vakitte o ibadeti yerine getirebilmemdir. Halbuki onlar sürekli bir ibadeti yerine getirirler. Bununla birlikte onlar her an benim onların efendisi olduğuma da inanırlar, beni kınarlar ve eleştiriler.” (Ruh'tan nakleden Suad el-Hakîm, İbn Arabî Sözlüğü, Çev.: Ekrem Demirli, Kabalcı Yayınevi, İst., 2005).



Giorgio Agamben

ise, insan ve hayvan meselesini

açıklık

kavramı çevresinde ele alırken, insan ile hayvanın kapatılmayan aynı (varlık) çatlağının ayrı yüzleri olduğu hükmüne ulaşarak, konuyu ontolojik bir boyuta taşıyor:



“İnsanı hayvandan ayıran şey dildir; ama bu, insanın psikofizik yapısına dair doğuştan gelen doğal bir veri değildir; tarihsel bir üründür ve tarihsel bir ürün olması nedeniyle, tam anlamıyla ne hayvana ne de insana mal edilebilir. Dil öğesi çıkarılacak olursa, insan ile hayvan arasındaki fark, hayvanla insan arasında köprü görecek bir konuşmayan insan –Homo alalus- hayal edilmediği takdirde, silinir. Ama bu; bütün açıklığıyla, sadece dilin bir yarı gölgesi, konuşan insana dair bir ön-varsayımdır ve bu ön-varsayım aracılığıyla hep ve sadece insanın hayvanlaşmasına (...) ya da hayvanın insanlaşmasına (bir maymun-insana) ulaşırız. İnsan-hayvan ve hayvan-insan ne bir yandan, ne de diğer yandan kapatılabilen aynı çatlağın ayrı yüzleridir.” (Açıklık – İnsan ve Hayvan, Çev.: Meryem Mine Çilingiroğlu, Yapı Kredi Yayınları, İst., 2012)



Bunlardan bakıldığında,

insan ve hayvan meselesinin seküler haklar kavramına, onlara karşı duyulan gündelik sevgiye veya nefrete indirgenemeyecek, olumsuz örneklere rast gele konu edilemeyecek kadar önemli olduğu

görülüyor.



Çünkü, hayvanı kendi hakikati yönünden bilmek, onu hem insanla (onun da bir yönüyle hayvan olması nedeniyle) birlikte, hem de salt kendisi olarak insana göre bilmeyi zorunlu hale getiriyor. Üstelik düşünebilen (tanımlama, isimlendirme, mal edinme yetisine sahip bulunan) bir varlık olmasıyla bu sadece insanın nasibine düşüyor.



Nitekim hayvan bizi insan kılmıyor ama biz hayvanı hayvan kılıyoruz; diğer bir söyleyişle kedi kendisinin kedi olduğunu bilmiyor, biz ona kedi değimiz için o kedi olmak zorunda kalıyor ve dolayısıyla bu fark nedeniyle kendi varlığımızın hakikatini, son tahlilde hakikati bize ilişen hayvana göre de konumlandırabiliyoruz.



Agamben'in

Heymann Steinthall

'den naklettiği şu sözle bitirelim yazımızı:



“Hayvanın hafızası vardır, ama hiçbir hatırası yoktur.”



Gerçi hatırası olsaydı da hayvan ondan sorumlu olmayabilirdi. Ama hatırası (hatıra yaratma ve biriktirme yetisi) olan bizler hatıralarımızdan da kesin sorumlu olduğumuza göre, neden hayvanları kötü hatıralarımızın konusu yapalım ki?


#The Wisdom of Animals
#Mustafa Aşkar
#Giorgio Agamben
8 yıl önce
Hayvanların irfanı
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!