|
İki yanlış bir doğru etmez

"Sanatla uğraşanların" diye başlatmam gerekiyor bu yazının ilk cümlesini ama biz de sanatla uğraşanların toplamı iki elin parmak sayısını az biraz geçebildiği için böyle başlatamıyorum.

Turgut Cansever, asıl uğraşısı olan mimariyi mûsikînin, şiirin, resmin içinden okuyarak rahmete erdi.

Sezai Karakoç üstadımızın (şiirlerinden, kitaplarından bildiklerimi saklı tutarak) sohbetlerine katılanlardan öğreniyorum kendisini dinleyenlere, her bir kelimesiyle irfan denizinin serin sularını nasıl özlettiğini.

Ömrü uzun, işi bereketli olsun, Peyami Gürel var bir de. Çok yakından tanımıyorum kendilerini fakat internet ortamındaki tablolarına bakıyorum dönüp dönüp; onun da resmi Cansever''in mimariyi okuduğu gibi okuduğunu fark ediyorum.

Gazetemiz yazarlarından Yalçın Çetinkaya''yı da anmalıyım. Mûsikî ortamındaki cehaleti, densizlikleri asil bir öfkeyle dile getiriş biçiminden anlayabiliyorum sanat ilgisinin çok yönlülüğünü.

Kendisiyle resim üzerine konuşma iznini kopardığım halde ödev yazılardan kurtulamadığım için bu imkanı henüz değerlendirememiş olsam da Mustafa Abi''yi söylemeliyim hemen. Mustafa Abi kimdir? diye soracak birileri çıkar mı bilmem ama ola ki çıkarsa, -bu türden durumlarda- sadece Yusuf Ziya Cömert''in verebileceği bir tepkiyle, "Şu koca İstanbul''da, yüreğiniz güm güm atarak ''Mustafa Abi'' diyebileceğiniz kaç kişi var, sizi gidi köftehorlar" diye seslenmeli ve "Kutlu" diye fısıldamalıyım kulaklarına.

Hasan Aycın''ı eklemeyim sonra, Hüseyin Su''yu, Özkan Gözel''i, Mete Çamdereli''yi, Zeynep Sayın''ı, Sibel Eraslan''ı ve tanışma şerefine henüz erişemediğim Ayşe Şasa''yı...

Sonrası? Sonrası yok işte; varsa da ya şimdi aklıma gelmiyor ya ben bilmiyorumdur.

"Sanatla uğraşmak"tan: Sanatın şubelerinden birinde yoğunlaşmış olsanız bile, o yoğunlaşmayı da içine alacak şekilde rikkatin, nezaketin, gönül genişliğinin, tefekkürün, tecessüsün, tefehhümün sahih kelama talip olmanın, dinmeleyi bilmenin, susmanın, ağlamanın, gülmenin, acıyı kendi içinde bal eylemenin birer gökkuşağı rengi gibi sizin dünyanızı kuşatmasını ve sizin eyleyeceklerinizi "Allah için" onun kuşatması altında haz duyarak eyleminizi kastediyorum.

Bu doğrultuda sanatla uğraşmak, Müslüman olduğunuzu söylemenizi zait kılar. Eğer söylerseniz inancınızı (her bakanın, her yorumlayanın kendine göre içerik yükleyeceği) bir çerçeve içine oturtmakla kalmamış, o çerçeveyi de "bak bunu asıyorum" ilanını zımnen içeren ikinci bir çerçeveye oturtup, boynunuza asmışsınız demektir.

Hal böyle olunca, sanatı konuşurken "Din''i bu işe karıştırmayalım" diyen biriyle kendi durumunuzu eşitlemiş olursunuz. Çünkü Din''in sanat konusuna karıştırılmasını istemeyen biri, bilesiniz ki, "Din''i sanata karıştırmayan bir dinin" mensubudur ve bu tutumuyla Allah''ın Dini''ne itiraz ederek kendi dinini hemen görünebilir bir çerçeveye orturmak gayretindedir.

"Peki, eşitlenme nasıl oluyor?" diye sormanıza bile gerek yok, o da ancak bu açıklıkta açığa çıkarılabilir.

Şöyle düşünelim: İşi sanat eğitmenliği olmayan, vaizlik de yapmayan ama hasbelbeşer ve hasbelkader edebiyatla uğraşan biri, yakaladığı her fırsatta, iyi bir edebiyat yapabilmek için Kur''an''a sarılmaktan, mü''min olmaktan dem vuruyorsa bunu şu nedenle yapıyor olabilir: Din''in eleştirilemezliği üzerinden, kendi yazdığı metinlerin eleştirisini imkansızlaştırmak için.

Dolayısıyla, "Din''i bu işe karıştırmayalım" diyenle, "Din''i daima işe karıştıralım" diyenin maksadı olumsuzluğun birliğinde, diğer bir söyleyişle iki yanlışın bir doğru etmeyişinde tümlenmektedir.

Bunun için "sanatla uğraşanlar", bunun nedenlerinin verdiği doygunlukla inaçlarından, hallerinden, kimliklerinden, niyetlerinden ve istikametlerinden mutmain oldukları için Müslüman olduklarını söymeyi zait sayarlar.

Benim edebiyatla ciddi olarak alakadar olmaya başladığım yıllar ideolojik bakış açılarının şu ya da bu oranda hemen herkesi kuşattığı yıllardı ve arkadaşlarımla birlikte yazı eylemi söz konusu olduğunda dönüp dolaşıp geldiğimiz yer "mesaj" konusu olurdu. Kimimiz "yazdıklarımızla bir mesaj ulaştırmıyorsak niye yazalım?" derken, kimimiz de "mesajı verelim ama bu sırıtmasın, metne yedirilsin, birincil maksat gibi görünmesin" derdik. Bu bağlamdaki sorularımız yüzünden çokça başını ağrıttığımız sevgili Rasim Özdenören''se yerli ve yabancı yazarlardan örnekler vererek, he-pimize "İslami vasat"ın içine durmayı öğütlerdi.

Şimdi daha iyi anlıyorum ki o vasatın içinde durarak sanatla uğraşmak, yukarıda gökkuşağı imgesiyle verdiğim yaşama tarzını beraberinde getiriyor ve onunla birlikte şu sonuç ortaya çıkıyor: Uğraştığın şey senden, sen de ondansın!

O halde, "İrci''î ilâ rabbike râdıyeten merdıyyeh".

12 yıl önce
İki yanlış bir doğru etmez
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle