|
Müslümanın tabiatı
T
abiat
’tan kastım hilkat, huy, mizaç... anlamındaki tabiat değil. Şimdilerde daha çok
doğa
şeklinde tesmiye ettiğimiz şeyi kastediyorum.

Tabiat, yani “Görmediniz mi ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize vermiş, gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. Bununla beraber insanlar içinde kimi de var ki, ne bir ilme, ne bir mürşide ve ne aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele ediyor” mealindeki ayette (Furkan Suresi, 31:20) belirlenen tabiat...

Bu ayetteki
sehhare / musahhar kıldı / emrine verdi
fiili, aynı zamanda bir Müslüman’ın tabiatla kurduğu ve kuracağı ilişkinin kaidesini oluşturur.
Sahhare’de bir zorlama vardır ancak bu zorlama
temellük etmeye
tekabül etmediği gibi,
tahrip etmeye
de tümüyle kapalıdır. Dolayısıyla söz konusu zorlamayı
ehlileştirmek
şeklinde anlamak icap eder.
Ehlileştirmek ise bir şeyin özünü, tabiatını, hakikatini değiştirmeksizin, onu
ehil kılmaktır;
işe layık hale getirmek, kalifiye etmektir
. Örneğin toprağı tarıma elverişli hale getirmek, ağacı aşılamak suretiyle meyvesini yenilebilir kılmak, at ile onu yoldaş eyleyecek şekilde bir ülfet tesis etmek... gibi.

Ki bu fiilin eylenme anlayışı, biçimi aynı zamanda insanın dünya görüşünü, diğer bir söyleyişle inancını ele verir.

Çünkü,
tabiatla kurulan ilişkiye
,
haddini bilmek, merhamet, edep, rıza, tevekkül, icat, kanaat, ötekini gözetmek, başkasını düşünmek, sabretmek, nimet için şükretmek
ve hamdetmek
dahildir.

Ayrıca gündelik işlerden sanata kadar her türlü ekonomik ve sosyal ilişkiler de zikredilen bu ehlileştirmeye tabidir.

Bu cümleden olarak, “
Batı resmi insana göre bir doğa anlayışına, bir minyatür ise doğaya göre bir insan anlayışına ulaşır
” diyen
Sezer Tansuğ
’un düşüncelerini aktardıktan sonra, kendi kanaatimi güncel bir durum üzerinden iletmek isterim.

Tansuğ diyor ki:

“Minyatürler içten, derinden bir öz bütünlemesiyle farklı bir gerçeklik planında kalma yolunu tutuyor. Dramatik nitelikler taşıyan bir geliştirme, sürekli bir tasvir anlatımında çatışma ve gerilim öğelerini aradıkça idealist, soyut bir görüş açısına düşer. Günlük gerçekliklerin çerçevesi içinde kalan bir anlatım sürekliliği ise daha somut bir görünüş kazanmış olur. Denebilir ki bir Osmanlı, doğanın çatışma öğelerini aramadan, oluşa onun aracısız bir parçası olarak katılmıştır. Batılı ise kesin bir birey çabası ile doğayı aşmayı dener. Batı ortaçağının adsız eserlerinde bile bu davranışın izleri görülür. (...)

Batıda dış gözlemcilik doğacı bir üslup yaratmıştır. Bu doğacılığın idealist, soyut bir görüş açısının biçim temsilciliğini yapması çelişik bir durum olarak görülebilir. Günlük bir gerçeğin minyatür sanatında kalıpçı, şematik, hatta zihinci, soyut bir biçim anlayışıyla temsil edilmesi de belki bunun gibi çelişik bir durumdur. Batı resmiyle Türk minyatürü arasındaki biçim-öz ilintileri bakımından ters orantılı bir bağıntının bile sözü edilebilecektir.” (Şenlikname Düzeni, YKY, İst., 1993)

Yukarıdaki düşüncelerimi, sanatla ilgili bir görüşe temellendirmenin nedeni, tabiatla kuracağımız yanlış (gayri İslami) bir ilişkinin, adı belli bir nesne, eşya, ya da bir mekan ilişkisi ile sınırlı kalmayacağındandır.

Örneğin, son günlerde
Şemsi Paşa Külliyesi
(Kuşkonmaz Camii) ile ilgili bir tartışmanın içinden geçiyoruz. Öncelikle belirteyim ki, bu konuyla ilgili vaki ve son derece haklı itirazların, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkililerince anlaşılmış ve buna göre yeni bir tutum belirlenecek olması tebrik edilmeye değerdir.
Ancak gönül isterdi ki,
ilgili yöneticilere Müslüman olmaları ve dolayısıyla yukarıda zikrettiğim bakış açılarının farkını müdrik bulunmaları nedeniyle, halk tarafından apriori olarak duyulan güvende bir istifham da hiç doğmasaydı
Şehre, zamanın ihtiyaçlarına göre biçim vermek kaçınılmaz bir durumdur. Ancak bu ihtiyaç,
en büyük olanı yapma
,
en geniş olana ulaşma
şeklinde kurgulanamaz.
Bir kere
en büyüklük, en genişlik bizim dünya görüşümüze uygun olan kelimeler değildir
. Biz küçük olandaki büyüklüğü, sadelikteki güzelliği, mütevazılıktaki samimiyeti, insaniliği gözetiriz. Kültürümüz, sanatımız da bunun böyle olmasını gerektirir.
Bu bakımdan
Müslümanın tabiatı başka din mensuplarının tabiatıyla aynı değildir ve İstanbul’dan bir Venedik, bir Roma çıkarmaya çalışmak, kendi dünya görüşümüzle zıtlaşmamız demektir.

Müslümanın tabiatı zıtlaşmaya değil, tabiattan onunla uyum içinde bir fayda üretmeye tabidir.

#Tabiat
#Batı
#Müslüman
7 yıl önce
Müslümanın tabiatı
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî