|
Paralelcilerden hapishane havaları
Paralel Yapı'nın zamane bu-kalem-unları, Gezi eşkıyalarını hafiften hafiften koltuklamayla başlamışlardı, söz ve söylem değiştirme oyunlarına.

Dershanelerle ilgili düzenlemeye itiraz tahtında “sorarız ulan bunların hesabını” külhanbeyliği ikinci perdesiydi bu oyunun.

17/25 Aralık seçim ayarlı darbe kalkışmasından alimler ve zalimler başlıklı pehlivan tefrikalarına taşınan hakperestlik gösterileri ise üçüncüsü.

Başta FETÖ'nün dili beddualı, nefesi zehirli lideri olmak üzere, her biri Firavunların, Yezitlerin hası iken, Paralellerin o sıfatları başkalarına yapıştırmaya kalkışmalarıyla çığırından çıkan bu oyunları, zehirli bir sarmaşık gibi dolaştı şimdi boğazlarına.

Uzaktaki Kara Çukur'u parlatma çabaları, ilgili örgüte maddi destek sağlayanları büyük yardımseverler olarak aklama gayretleri, sıradan parafesörleri büyük müfessir gibi yutturma eylemleri derken, gelip dayandılar hapishane kapılarına...

Musa Eroğlu'nun “Yolun sonu görünüyor” türküsünü bitiren, Küçük Emrah pozlarıyla elini kulağına atıp “Hapishanelere güneş doğmuyoooor” diye ünlemeye başladı artık.

Gerçi, içinde debelendiği çirkefi görmekten aciz olduğu için, “Kur'an'a toz kondurmuyorlar, bol bol kurs açıyorlar, okullara ders koyuyorlar, güzel makamlarla Kur'an okuyorlar, fakat Kur'an'a göre yaşamıyorlar. Çünkü aslında Allah'tan korkup sakınmıyorlar” suçlamalarının herkesten önce kendisini vurduğunu fark edemeyip, hala haktan, adaletten, namustan, ahlaktan söz ederek Karanlıktaki Kara Çukur'u ve elemanlarını aklamaya çalışanları da yok değil o zamanelerin.

Yine de böyle bir iki kişinin varlığı diğerlerinin solo ve koro halinde söyledikleri hapsihane türklerini bastıramıyor. Ajda Pekkan'ın “Neler gördük biz” şarkısıyla mevzuya girenleri bile dönüp dolaşıp sözü dam meselesine dayıyorlar.

Artık “Medres-i Yusufiye”den bahseden yok. “Direnin, dayanın, siz bir avuç Mekke mümünleri gibisiniz” yollu sanal alem telkinlerinde de önemli oranda bir azalma olduğundandır belki. Belki malum liderin de artık bu tür mazmunları istismar ederek kimseyi kandıramadığını fark etmesinden bu böyledir. Hatta belki de mevcut ve potansiyel dam ehline medreselilik vasfının hiç mi hiç yakışmayacağındandır, “Medres-i Yusufiye” teriminin rafa kaldırılması.

Bunun yerine, FETÖ elemanı oldukları kesinleşenlerin üstün yetenekleri(!) dile getirilerek, devletin nasıl bir deha katili olduğu, değerli kişileri nasıl da kibrit çöpü gibi kırıp bir kenara fırlatıverdiği vurgulanmaya çalışılıyor.

Örneğin, bunlardan biri dünyanın en merhametli insanı bir fotoğrafçı olarak lanse ediliyor.

Merhametli olduğu için mi fotoğrafçı veya fotoğrafçı olduğu için mi merhametli oluyor, bu pek anlaşılmasa da, sonuçta o örgüt elemanı sadece fotoğrafçı değil, merhametli fotoğrafçı ya da fotoğrafçı-merhametli olmak bakımından güya seçkinleştiriliyor.

Bir diğeri ise “çok rafine bir senarist ve sanat eleştirmeni” olarak takdim ediliyor.

“Çok rafine bir senarist”; rafine tuz filan gibi bir şey mi diye sormanıza gerek yok. Çünkü, kanırtılarak yapılmak zorunda kalınmış bir

övgü tamlaması bu. Ama öyle bir söyleniyor ki, sanki adam Stanislaw Lem! Onun rafine senaristlik yapmasının engellenmesi de milli bir Andrey Arsenyeviç Tarkovski'nin yetişmesine vurulmuş en büyük darbe sanki.

Üstelik sanat eleştirmeniymiş! Ben 33 yıldır sanat, edebiyat ve eleştiri ortamındayım, böyle birine neden hiç rastlamadım acaba?

Evet Paralel zamanelerin küfürnamelerinin, ahlaksızlıklarının, terbiyesizliklerinin, iftiralarının, hadsizliklerinin “çok rafine senaristi” olan birini çok iyi tanıyorum ama acaba aynı kişiden mi bahsediyoruz, emin değilim. Eğer, aynı kişiden söz ediyorsak, sanat ortamında değil eleştirmenlik, ona patates soyuculuğu bile yaptırmazlar.

Sur'dan kaçış manzaraları

Halkın içine karışmış teröristlerin etkisiz hale getirilmesi, mekanların tahribine, esnafın, rençberin, öğretmenin, öğrencinin kısaca suçsuz insanların bundan olumsuz etkilenmesine neden olabiliyor. Nitekim son günlerdeki ilgili örnekler nedeniyle kimse de devletin güvenlik güçlerini eleştirme yanlışına düşmüyor.

Ancak söz konusu tahribatın ve olumsuzluğun beraberinde getirdiği mağduriyetten, o mekanlarda yaşamak zorunda olan garip gurebanın da korunması gerekiyor.

Bu cümleden olarak, “Sur'dan kaçış manzararları” şeklinde ekranlara, gazetelere yansıtılan görüntülerle sabitleşen mağduriyetlerin giderilmesi, en az güvenliği sağlamak kadar ikitidara düşen bir yükümlülüktür.

HDP=PKK ile büyük bir kararlılıkla savaşmaya “evet”, ama yeni mağdurlar yaratmaya da yine kararlılıkla “hayır” dememiz gerekiyor.
#Paralel Yapı
#Gezi eşkıyaları
#fetö
#Medres-i Yusufiye
8 yıl önce
Paralelcilerden hapishane havaları
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler
Yıl 2030: Sokak köpekleri simülasyonu