|
Recep Yumuk

Recep Yumuk, geçtiğimiz Cumartesi günü kızı Betül''ü dünya evine yolcu etti.

Nikah töreninde bulunamadım ama inşallah Betül Gelin''i yeni yuvasında ziyaret edip, mutluluk dileklerimi iletebileceğim.

"Recep Yumuk da kim?" diye soracaksınız, biliyorum.

Recep Yumuk, ''80 kuşağından öğrenim ya da iş nedeniyle Ankara''da bulunup da şimdi eli kalem tutan İslami dünya görüşüne mensup her kim varsa hepsinin ağabeyidir.

Artık İstanbul''da ikamet ettiği, etkili, yetkili iş komisyonlarında yer almadığı, personel istihdamıyla ilgili bir birimde çalışmadığı için tanıyanlarının çoğu unutmuştur belki onu…

Zafer Çarşısı''nda birkaç metre kareden ibaret Akabe Kitabevi''ni işletmişti…

Mevera dergisinin kitabevi olarak kurulmuştu Akabe kitabevi, sonradan el değiştirdiyse de uzun süre Mavera dergisi ile birlikte anılmış ve giderek Recep Yumuk adıyla özdeşleşmişti...

Kitabevinin küçüklüğü aldatmasın sizi…

Orada neleri öğreneceğini ya da öğrenemeyeceğini bilenler için Süleymaniye Medresesi''ydi orası...

Her şeyden önce, yeni çıkan kitaplar Recep Yumuk''tan sorulur; onların içerikleriyle ilgili ilk tartışma onunla yapılırdı…

Çünkü o, bir kitap-beyi''ydi...

Popüler kitaplara itibar etmez, yayın dünyasını iyi izler, has kitapların izini iyi sürerdi...

O küçücük alanda, kitap çeşidi olarak çevresindeki büyük sermayeyle kurulmuş sol kitabevlerinin gerisinde kalmazdı hiç...

Ankara''daki o kuşak onun bu çabası sayesinde, edebiyatın, entelektüel hayatın bir cemaat, bir grup değil bir millet, bir ülke meselesi olduğunu çabuk kavramıştır dersem yalan olmaz.

İyi kitap söz konusu olduğunda, Recep Yumuk''un yönlendirmesiyle yazar, yayınevi, yerli, yabancı ayrımı yapmaksızın onları edinmek için yarışılırdı çünkü...

Temininde güçlük çekilen kitaplara da yine onun aracılığıyla ulaşılırdı…

Okullarını bitirip hayata atılmanın heyecanıyla, bodrum katlarında kıt kanaat yaşayan, kitap alacak paraları olmayan öğrenciler okunması kolay kitapları adeta sıraya girerek o kitabevinde okurladı…

Dergilerin çıkış ve kapanış kararı orada verilirdi…

Çalışmaları henüz kitaplaşmamış yazarlar, şairler edebiyatıyla birlikte dünyayı yıkar ve yeniden kurarlardı orada…

Düşünce ve edebiyat hayatımıza ilişkin ilk haberlere orada ulaşılmakla kalınmaz, yorumları yapılır ve geleceğe aktarılacak değere sahip olanlar zihinlere kazınırdı…

İdealist olmayanlara, geleceğe ait projeleri ve söyleyecek sözleri olmayanlara kapalıydı o kitabevi…

O kuşak, merhum Ahmet Arıca, Emin Hoşgör ve Ercüment Özkan''la Recep Yumuk sayesinde tanışmışsa bu nedenle tanışmıştır...

Sadece entelektüel hayatın değil, tüm yönleriyle gündelik hayatın nabzı da orada atardı…

Evlilikler, doğumlar, ölümler… ilkin oradan öğrenilirdi…

Merhum Ahmet Arıca, kitabevinin ortasında küçücük masanın kenarına ilişmiş buruş buruş kağıt paraları sayıyorsa bu birinin evlenmek ya da bir öğrenci bursunun denkleştirilmek üzere olduğuna işaret sayılırdı.

Merhum Dr. Kübilay Örten elindeki deri çantanın kulpunu sıkarak gergin bir yüzle bitivermişse kitabevinin kapısında, akşam topluca bir taziyeye gidilecek demekti...

İşte böyle bir yerdi Akabe Kitabevi

İşte böyle bir kitap-beyi''yidi, o kitabevine bu işlevleri yükleyen Recep Yumuk...

Her meslektaşı gibi çok bilmiş olan bir sosyolog, geçen gün Kebikeç''te benim gibi sessiz ve sakin bir dinleyiciyi bulunca ifa eylediği bilimsel vaazında, iki de bir idealizmin öldüğünü söylüyordu, suçu da yeni kuşakların üstüne yıkarak...

Ona inanmadığımı tebessümlerimle ifşa etmeye çalışırken, Recep Yumuk''u ve Akabe Kitabevi''ni hatırlayıp, onun zengin atmosferinde kaybolmuştum.

Bizim o kitabevinde somutlaşan idealizmimiz gökten zembille inmemişti ki...

Atalarımızın "Üzüm üzüme baka baka kararır" sözüne uygun bir sonuçtu o...

Ahmet Arıca gibi yaşayan biri bir daha çıkmadı...

Onun uğrayabileceği nitelikte bir kitabevini yeniden açan Recep Yumuk da yoktu artık...

Onların yokluğunda, ideolojilerin zulmüne tahammül edebilenler, askeri darbenin zulmüne tahammül edemedi-ler...

Yalnız kaldılar, korktular, ürktüler, sindiler ve rızık telaşına düştüler açıkcası...

Ve idealizmi kurban verdiler, potansiyel belaları üzerlerinden defetmek için...

Ahmet Yesevi''nin (k.s.) hocası Hace Yusuf-i Hemedani (k.s.), "canlı"yı, avunup teselli olan; "hayat"ı avunup teselli olmak şeklinde tanımlar ve şunu ekler: "Herkesin kendi makam ve durumuna göre bir teselli yeri vardır."

Demek ki, seksen kuşağı "sahih" olan makam ve durumunu değiştirdi…

Geriye yarım kalmış bir heves, kırık bir gönül, bitmemiş cümleler ve idealsiz bir nesil kaldı…

13 yıl önce
Recep Yumuk
İki haber…
Bir organizasyon biçimi olarak Epsteingiller
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı