|
Sanat neydi, ne oldu, ne olabilir

Batı’da ve Doğu’da hünerle, marifetle, ihtira (örneksiz yaratma/ kurgu) ve ibda (zuhura çıkarma) ile yapılan sanat, halk için ürettiği yararla (faydayla) doğru orantılıydı.


Güzel söylemek ve güzel eylemek, karşılıklı beslenme ilişkisi içinde, karşıtlıkla değil azami uyumla yürüyen şeyler olarak ahlâka, edebe, nezakete, halka hizmete... dahildi.

Sanat güzelleştiren ve güzelleştirdiği şeyi pratik iş/ fayda cümlesinden tedavüle sunan şey olarak, kendisiyle sıfatlananın (sanatçının) ilimde, icatta, yaşayışta özel (seçkin) yönüne işaret ederdi. Dolayısıyla sanat(çılık) halk içinde bir farklılığın (sınıfın) değil ama farkların farkında olanın farkındalığıydı.

Bu yanıyla sanat, kullukta bir ayrımı belirtmeyip, sadece takvada yarışmayı muteber görmenin bir sonucu olarak meta’ya dönüşmezdi. Elbette, biriktirilen değil, fiili ihtiyacı karşılayan şey anlamında rızkın temin yollarından biriydi sanat, ama bir pazar nesnesi olmadığı gibi, ayrıca pazarlama meşguliyetini gerektiren bir şey de değildi.

Bir şey meta’ya dönüşmedikçe puta dönüşemez; metafizik, bu tür dönüşümlerin yokluğudur ve suretlendirilmemiş (akli) putların hükümsüzlüğü nedeniyle de tefekkürün sıhhati ve selâmetidir.

Bu düzey, Allah ile sanatçı ilişkisinin belirlendiği bir düzeydir aynı zamanda. Her şeyin yaratıcısı ve sahibi olması yönünden Tesir Eden ile O’nun kendisine kul olarak yarattığının O’ndan tesirlenmesi...

Bu metafizik düşünüş ve tesirlenmenin genelliği (canlı olan her şeyi kuşatması) tahtında sanat, ayrıca (özel) bir yücelik/ aşkınlık vasfı taşımaksızın, Yaratıcı’nın yüceliğine (temsilinden de berî olarak) işaret eden kulluk fillerden bir fiil olarak, hayatın mecrasında akan her şey gibi, akmıştı kendi hakikatinde ve sadeliğinde...

Ne zaman ki, Hıristiyanlık, işaret etmeyi işaretin işaretlenmesine (çerçevelenmiş olanı yeniden çerçevelemeye) yöneldi, sanatın hakikati de (Kapitalist ilişkiler dahil) başka hakikatlere peşkeş çekilerek, kendi sadeliğini yitirip farklı cinsten yeni sadeliklerin alegorisine dönüştü.

Gerçi İslâm, şeriatının başka bir şeye indirgenemezliğiyle ve temsilsizliği esas almasıyla, sanatı yukarıda belirttiğimiz metafizik düzeyinde tutarak, onun kendi hakikatinden öte aşkınlaştırılmasına izin vermedi. Bu bağlamda soyutu işlevselleştirerek sanatı kitaba, mabede ve tasavvufi düşünceye katarak yaygınlaştırdı.

Ancak Rönesans’la birlikte Batı’da yeni ve müstakil bir şekle bürünen sanat, Alman Romantizmi’nin edebi mutlak anlayışı içinde felsefeyi somurarak, adeta (Hıristiyanlığın yaşamasına da müsamaha gösteren) yeni bir din gibi kurumlaşınca, İslâm dünyası (medeniyet iddiasını da kaybetmiş olarak) hiç ummadığı, üstesinden çok zor gelebileceği bir sorunla yüz yüze geldi.

Bugün itibariyle biz bu soruna dahiliz ve F. W. J. Schelling’in şu görüşünü (farkında olarak ya da olmayarak benimsemiş bir halde) izliyoruz:

“Sanata din vasıtasıyla ve din bünyesinde olmayan poetik bir dünya izafe etmek ne kadar imkânsızsa, dinin de sanat olmaksızın nesnel görüngüsü imkânsızdır. İşte sanat ve dini birleştiren bu içsel bağ açısından, sanatın bilimsel bilgisi gerçekten dindar bir kişi için zorunludur” (Sanat Felsefesi, çev.: Merve Ertene–Serhat Arslan, Doğubatı Yayınları, İstanbul 2017).

Sadece sanat görüşümüzün (ya da artık görüşsüzlüğümüzün) değil, neredeyse hayatımızın tümünü kuşatmış olan bu romantik (ve spekülatif) yaklaşımın tam adı: Muhafazakârlıktır.

Zikrettiğimiz etki öyle baskındır ki, yeni bir görüşe ulaşmamızı güçleştirmesinin ötesinde, klasik görüşümüzü oluşturan kodları da teker teker tahrip etmektedir.

Örneğin, sıradan bir dizinin Müslüman artisti (yeni adıyla: oyun-cusu) olarak sanat hakkındaki görüşü sorulduğunda, söze “Allah en büyük sanatçıdır” diye başlamakla ya da sözünü böyle bitirmekle, sadece artistliğini değil, artistliğine rağmen dindarlık intibaı oluşturmayı sağlama almaktadır. Aynı kişinin işlediği diğer cürüm ise, işini, sözümona sanatçılığı(nı), Allah’ın büyük sanatçılığından nemalandırarak aşkınlık boyutuna aktarmasıdır.

Aragon’un kelimeleriyle, bu vb. yaklaşım artık “bir fikrin tezahüründen çok fikrin kendisi” olmaya adaydır. “Biz sinema, tiyatro yapmalı, roman yazmalı mıyız?” sorusundaki kritik eşik aşılmış, “neden daha çok film, tiyatro yapmayalım, roman yazmayalım” iddiası başat hale gelmiştir.

Bundan sonrası, hem Alman Romantizmi’nin yol açtığı kirliliği hem de bu kirliliği sanatta başarılı atılımların temiz bir gerekçesi sayan muhafazakârlığı bertaraf etme çabasına göre şekillenecektir.

#Sanat
#Toplum
6 yıl önce
Sanat neydi, ne oldu, ne olabilir
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle