|
Sanat ve hâl

Sanat için elzem olan istidât, istihkâk ve imkânı parantez içine alarak söyleyecek olursak, sanat herşeyden önce hâllerin çocuğudur.



Hâl ile şeyin içinde bulunduğu vasıfların ve şartların, vaziyetin, durumun, keyfiyetin, tavrın, tutum ve edânın tümünü kastediyoruz.



Bu yanıyla hâl hem genel hem de değişkendir; hakikati değişmek olan kâlbin, sürekli olarak akla ve duyulara verdiği ve onlardan aldığı şeydir.



Aynıyla küçültülmüş bir âlem olan insan, alemdeki değişmeleri kendi 'ayn'ına çeken ve onda dışlaştıran olmakla âlemi hem yansıtır hem de kesintisiz olarak ona katılır.



Sanat açısından ilk bakışta hâllerde terbiye söz konusu olamaz. Bilakis farklılaşan (seçkinleşen) hâllerin sanatla soyutlanması, dolayısıyla hükmüne, işeyişine zorunlu olarak (insan oluşmuz bakımından) tabi olduğumuz şey olarak kimi hâllerin sanat yoluyla görünürlüğe çıkartılarak kalıcılaştırılması söz konusu olabilir.



Hâliyle sanat, hâl(leri)mizi, örneğin şiir şeklinde dile dökmekten, surete aktarma şeklinde ele vermekten kaçınamadığımız ve bu kaçınamazlığı ihtira', ibda', yaratma düzeyinde (istidâdımız, istihkâkımız ve imkânımız oranında) sıradanlıktan çıkartarak, güzellik ağacına (bkz.: İbrahim Suresi, 14:24) altın bir dal olarak eklediğimiz şey haline gelmektedir.



Bunlarla, sanat ve hürriyet arasındaki ilişkide bir sınırsızlığı ima ettiğimin farkındayım. Sınırsızlık ise bir başıboşluğu, daha doğru bir kelimeyle başıbozukluğu içkin olan şeydir. Dolayısıyla “sanatçıdır, ne söylerse, ne yaparsa yeridir” şeklindeki anlayış da neticede buradan türetilmiştir.



Oysa ki, mümin olması bakımıdan sanatçı için de bir sınırsızlık söz konusu olamaz. Zira mümin olmak demek Allah'ın belirlediği hadlerin içinde olmak, İlahî, sınırları Allah ile kendi arasında şartları son derece açık bir ahde dönüştürmek demektir.



Hâllere tabi olmakla, mümin olmayı iki ayrı şey olarak aldığımızda burada iklin bir çatışmanın, ardından da inanmanın insanın kendisini tüm vecheleriyle (insan olmak hak ve yetkileriyle) yaşamasına bir engel oluşturduğunun altını çizmiş oluruz.



Müslüman sanatçı için hem mezkur çelişkiyi gidermenin hem de mümin olmanın (Allah'a kul olarak, kula kul olamnın ve diğer dünyevi kullakların etkisinden, baskısından kurtulmakla) sağladığı hürriyeti idrak etmenin en güvenli yolu olarak tasavvufa ihtiyaç tam burada gerekli hale gelir.



Aslında insanın önce kendisini ve kendisi yoluyla Rabbini tanımasının bir karşılığı da olan tasavvuf, sanat / sanatçı için tesis edilmiş değildir; bilakis sanat / sanatçı kendisini, hallerini ve sanat fiilini (Allah'a kul ve müteşerri olmaklığı bakımından) doğru konumlandırmak için tasavvufa muhtaçtır.



Bu manada tasavvufî mertebeler olarak isimlendirilen terbiye sistemi, hâllerin terbiyesi olarak sanatçının istifadesine açılır. Çünkü, örneğin Hâce Abdullah el-Ensarî el-Herevî'nin yüz sayısıyla derecelendirdiği mertebelerin birçoğu aynı zamanda sanatın annesi olan hâllere tekabül eder ki, öncelikle bu hâlleri müdrik olmak, arzulanırsa tecrübi plana aktarmak (sufi olmak), söz konusu doğru konumlandırmanın en isabetli yolu haline gelir. Kaldı ki, el-Herevî yüz mertebenin yedinci bölümünü de müstakil olarak hâllere tashis ederek, muhabbet, gayret, sevk, kalak, 'ataş, vecd, dehşet, heyeman, berk ve zevk mertebelerini haller cümlesine dahil etmiştir.



Yine el-Herevî, Abdürrezzak Tek'in yorumuyla, hâlin şuhûd ve fenâya, ilimin ise vücûd ve perdelenmeye sebep olacağını, diğer bir ifadeyle hâlde Hakk'ın huzurunda bulunmanın O'na yakın olmayı, ilimin ise Hak'tan gaybet olup sadece amel etmeyi gerektireceğini söylemiştir. Şeriat planında İbn Kayyım el-Cevziyye'nin reddine konu olan bu yaklaşımın, tasavvuf bağlamı (ıstılahı) içinde düşünüldüğünde doğrudan sanata / sanatçıya değen bir husus olduğu çok açıktır. (Bkz.: Tasavvufi Mertebeler – Hâce Abdullah el-Ensarî el-Herevî Örneği, Ekin Yayınları, Bursa, 2008)



Dolayısıyla, birçoğu aynı zamanda hâl olan tasavvufî mertebelerin, sanat / sanatçı planındaki mümince bir terbiyeyi beraberinde getirerek, zikrettiğimiz çekişkiyi ve sınırlanma sorununu ortadan kaldırabileceği aşikardır.



Bu da bize, onu kendi hakikatinden koparmaksızın, ilgili (makam, mertebe ve hâle mahsus) kavramlarının bağlamlarını değiştirmeksizin tasavvufu belli yönleriyle (Müslümanlara) ait bir sanat nazariyatı olarak okuyabilme imkanı sunmaktadır.



Yete ki, akıl ola Hakk'ı düşüne, göz ola Hakk'ı göre.


#Sanat
#Müslüman sanatçı
8 yıl önce
Sanat ve hâl
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî