|
Semerkand"dan Mektûbât-ı Rabbânî

Ahmet Avni Konuk''la ilgili yazımın sonunda, “Müceddidî geleneğin anlaşılmasında İmam–ı Rabbânî Hazretlerinin Mektûbât''ı özel bir yer tutar. Bu eser de Farsça, Arapça ve Osmanlı Türkçesi nüshaları karşılaştırılarak ve orijinal kavramları korunarak yeniden tercüme edilip, basılmalıdır.” demiş ve bu zor işe de iyi yayınevlerinin elt atmalarını talep etmiştim.

Akabinde, Mektûbât-ı Rabbânî''nin yayın bilgisini Sıtkı Çoban''dan aldım ve onu İsmail Kılıçarslan aracılığıyla temin ettim. Her ikisine de teşekür ediyorum.

Mektûbât, Semerkant Yayınları arasından çıkmış, jeneriğinde, “Şubat 2010, İstanbul, 2. Baskı” denilmiş. Talha Hakan Alp, Ömer Faruk Tokat, Ahmet Hamdi Yıldırım tarafından çevrilmiş.

Bu Mektûbât, daha önce Yasin Yayınları''nca basılan Mektûbât mıdır? Çevirmenleri aynı olduğuna göre böyle olmalı ama henüz karşılaştırma imkanı bulamadım. Böyle de olsa, Semerkant''ın 3 cilt halindeki “yeni” basımı daha özenli kuşkusuz.

Benim bu baskıyı nasıl olup da ıskaladığımı sorarsanız diyeceğim şudur: Semerkand bu kitabı sanki kendi bünyesi içinde ve ilk muhataplarıyla buluşturmak suretiyle tüketmeye niyetlenip, yaygın bir dağıtıma gerek duymamış gibi görünüyor.

Oysa ki, ayet ve hadislerin harekeli metinlerine yer verilen, “Hadisler ve Tahric” bölümü eklenen, eserdeki ıstılahlara mahsus lugatçe oluşturulan, mektuplarda ismi geçen şahısların hayat bilgileri işlenen, ayetler, hadisler ve ıstılahlar için üç ayrı indeks eklenen bu güzel eserin tüm muhataplarıyla buluşması için makul düzeyde bir tanıtımı yapılmalıydı diye düşünüyorum.

Semerkand''ın ilke ve hassasiyetini bildiğim için “makul” kelimesini özellikle kullandım. Semerkand da yazarına “bohçacı” muamelesi yapmayan az sayıdaki yayınevlerinden biridir. Gösterişi, nümayişi sevmez, yazarının sırtına kitabını yükleyip, satışı için televizyon televizyon, gazete gazete gezdirmez. Derin ve etkili bir yayıncılık anlayışına sahiptir. Büyük projeleri sever ve bunları gerçekleştirirken Hakk''ın rızasını, halkın rızasına tercih eder. Tek başına Mostar dergisi bile Semerkand''ın bu asil duruşunu belgelemeye yeterlidir.

İmam-ı Rabbânî''nin hayatını, şahsiyetini, görüşlerini ve tecididini işleyen, Ömer Faruk Tokat ve Talha Hakan Alp imzalı 59 sayfalık iki özenli yazının da yer aldığı eserdeki tek (ve sonraki basımlarında giderebilir) eksiklik, yukarıda da vurguladığım gibi çevirisinin “karşılaştırmalı” yapılmamış olmasıdır. Elbette eserin iyi muhafaza edilmiş olmasından hareketle buna ihtiyaç olup olmadığı da tartışılabilir, ancak İmam''ın, Arabî''den sonra İslâmî tasavvuf literatürünün yeniden şekillenmesinde büyük pay sahibi olması, bu literatüre kazandırdığı ıstılâhların Farsça, Arapça ve Osmanlı Türkçesi''ndeki karşılıklarının nasıl üretildiğinin bilinmesini elzem kılmaktadır.

Bu son söylediklerimin Semerkand''ın ve mezkur çevirmenlerin tebrikine engel olmadığını belirterek, bu vesileyle bir konunun daha altını çizmek istiyorum.

Edebiyatçı olduğum halde, Ekberîlik, Mevlevîlik ve Müceddidîlik konusunda özellikle “kaynakları” planında neden bilgilenme ve ilgililerini bilgilendirme ihtiyacı duyuyorum?

Tarikat mensubu değilim. ''80 kuşağından olduğum için bilinçli olarak böyle bir bağlanmayı gereksinmedim ki, bu nimetten nasipsizliğim konusunda söylenebilecek muhtemel sözlere de hiçbir itirazım yoktur.

Ancak, otuz yıla yaklaşan edebiyat uğraşımda, özellikle de Doğu sanatlarının sultanı olan şiirdeki inşa ve anlamı keşfetmenin İslâmî tasavvufu bilmekle ve anlamakla mümkün olabileceğini düşünüyorum.

Basit bir örnekle, şiir düzeyinde, başlangıcı olmadığı için sonu da olmayan “döngüsel”liği, bir toplama ve dağıtma (dünyevî imgeleri yükleme ve imha etme) eyleminin temeli olarak almak ve uygulayabilmek için, bunun gerek hâl, gerekse bilgi olarak tasvvuftaki yerini bilmek gerekmektedir.

Tanpınar, Doğu şiirinin giriş (dış) kodlarını çözmüş ancak Yunus Emre gibi, nehirden bir tas su alma rahatlığıyla şiir söylemenin iç kodlarını çözememiştir.

Çünkü tasavvuf salt “bilme, malumat” yoluyla anlaşılacak bir kurum değildir. Şeriata bağlı olmayana tarikat bilgisinin kapıları açılmaz. “O küçük mescide girip iki rekat namaz” kılmayanlar, “Kainatın kitabı ile mukaddes kitabımızın birbirini şerh eden mesajını kavrayamazlar. Dolayısıyla zamanı böler, dün – bugün – yarın diye konuşurlar. Sürekli saate bakarlar.” (Mustafa Kutlu, Tahir Sami Bey''in Özel Hayatı, Dergah, 2009). Tam da bu yüzden Tanpınar, döngüselliği eksik yorumlamaktan kurtulamadı ve dışa kilitlenen hayretini içe yöneltemedi.

Ekberîlik ve Mevlevîlik''ten salt heterodoksi, Müceddidîlik''ten salt ortodoksi üretme gafletine düşmeksizin edebi aklı yeniden inşa edebilmek için İslâmî tasavvufu temsil eden üç kutubun kesişme noktasında durup, her yana doğru nazar etmek gerekiyor.

Bu da ancak o kutupların eserlerini yeniden okumak ve anlamakla mümkündür.

Ezcümle, benim çabam da hasbelkader bundan ibarettir.

14 yıl önce
Semerkand"dan Mektûbât-ı Rabbânî
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz