|
Sırdaki sır

Tuval, yağlı boya resmi yapabilmek için kullanılan bez, duralit, mukavva... yüzeydir.



Bu yüzeyler hem fazla boya gerektireceği hem de boyanın yağını emerek renklerin canlılığını gidereceği, matlaştıracağı için astar boya ile kaplanır.



Dolayısıyla tuval yüzeye (diyelim ki bu bez olsun), önce tutkallı su, obub üzerine de bezir yağı ile çinko üstübeçten karılmış astar boya sürülür.



Geriye bu yüzeye yağlı boya resmi yapmak kalır.



Ana hatlarıyla anlattığımız bu işlem, bir tür sır'lamadır.



Çünkü, her varlık kendi aslıyetine (hilkatine, yaratılışına) uygun bir mekanı zorunlu kılar.



Bu manada bir insan yapımı / yaratışı olarak resim de uygunlaştırılmış bir yüzeye (tuvale) muhtaçtır.



Aynı şey (ve yukarıdaki işlemin bir benzeri) hat, minyatür, ebru… için de geçerlidir.



Modern zamanda resmin bu sır'lamayla ilişkisini sorgulayan ilk ressamın

Lucio Fontana

(ö. 1968) olduğu görülüyor.



İlginç olan Fontana'nın

Kesikler

'iyle ortaya koyduğu bu sorgulamayı beden üzerinden dînî (bkz.: Stigmata) ve cinsel bir açıklamayla sınırlandırarak, resim eleştirmenlerinin ve sanat tarihçilerinin maddi izahlarına peşkeş çekmiş olmasıdır.



Bilemeyiz, belki Sürrealist olarak tanımlanmak istememiştir Fontana; Materyalist yaklaşımların hakim olduğu bir dünyada metafizik ilgiye hapsedilerek geri plana itilmekten de çekinmiş olabilir.



Yine de onun Kesikler'iyle ortaya çıkan şu soru geçerliliğini korumuştur:

Tuvalin arkasında ne var?


Bu soru şöyle de sorulabilir:

Sır'lanmış tuvalin sırrının ardında ne var?


Bu bağlamda, sırr/srr'dan sarr'a yüklenen “Emilmesin diye, dişi devenin meme uçlarının üzerine bağlanan bez parçası” şeklindeki anlama bakınca, sır'ın sırrı biraz anlaşılıyor gibidir:



Hristiyanların Stigmata'yı nazariyata dökmelerinde Hz. İsa'nın Ruhullah (ve dolayısıyla bedenlenmiş ruh) olması, sarr'ın söz konusu anlamı bakımından ne kadar makul ise, bizde tasavvuf ehlinin sır'a verdiği “ademle vücud (yoklukla varlık) arasındaki gizlilik” manası da o kadar makuldür.



Çini'nin astarlama ve sır-ça ile çifte sırlanışında ise sanki ademle vücud'un sırrına da çifte bir vurgu yapılıyor gibidir:



Sırça yoluyla sırda(n) bir ize (esere, hatıraya) sahip olmak (hatta sahip olmayı hak etmek) gibi…



Çini ustası

Saim Kolhan

, kendi deneyimlerinden hareketle bunu şöyle anlatıyor:



“Tabağı kuşatan yalın, mat ve pastel halin garip bir çekiciliği vardır. Bir kere pişmiştir belki; ama henüz hamdır. Belki de bu yüzden bu haline nüfuz etmek isteyen beğenilerle sık sık karşılaşır. İnsanın tabağı bu haliyle muhafaza edip saklayası gelir. Bu hal Mevlana'nın '

Ne olursan ol, yine gel

' deyişi gibi size, bana ve her şeye açık. Geriye dönüp sıfırdan başlamak, yanlışları kazıyıp düzeltmek için son fırsat ve fırçanızı, sözünüzü, özünüzü bir sonraki aşamaya aktarabileğiniz son duraktır. Karşılıklı diyalogun biteceği, ne verdiysek onu görebileceğimiz, tek taraflı bir diyalogun başlayacağı son noktadır. Sonradan sır üzerine yaptığımız işlemler ne olursa olsun, tabak sırın altından özünü haykıracaktır. (…) (E)lekte süzdüğüm sırçayı yoğurt ile ayran arası bir kıvama getirdiğimi fark ettim. Bitirdiğim tabağı, iki elimle tutup leğenin içindeki sırçaya batırdım. Tabağı dairesel birkaç hareketle döndürdükten sonra silkerek rafa koydum. Çizgiler, boyalar ve sarfettiğim onca emek, üzerine yorgan örtülmüş gibi kayboldular. Tabağa baktığımda kırmızının kabarıklığını görmesem, büyük ve beyaz bir boşluğa bakıyor gibi olacağım. Sanki bu tabağın üzerinde hiç emeğim yokmuş gibi. Sanki soluk bile olsa renklerin cıvıltısı kesilmiş gibi. Sanki tabağı çizip boyarken dinlediğim müzik susmuş gibi… tam bir sükut hali. (…) Çamurun imkanları ve yeteneğimizin sınırları ile bu aşamaya getirdiğimiz tabağın üzeri sırçayla örtülüp ateşi beklediği anda (…) Ateş sırçanın içindeki sır ile birlikte tabağın üzerine serptiğimiz tohumları kendisinin istediği şekilde buluşturmak ister. Ateşin oyunu dedikleri biraz da budur. O ya yakar yok eder ya da pişirir ve olgunlaştırır.” (Çini – “Sır Altındaki Aşk”, Minval yay., İst., 2015)



Buna göre “Tuvalin arkasında ne var? ya da “Sır'lanmış tuvalin sırrının ardında ne var?” sorularının cevabı, sanatın eleştirmeninde, yorumcusunda değil, doğrudan sanatçının kendisinde bulunuyor. Onun bu cevabı vermeye kalkışması ise sır'ın keşfi yolunda yeni bir perde olmaktan öteye gitmiyor. Çünkü kalpte (sürekli değişende) başlıyor ve bitiyor her şey.



Bu bahiste bize de “Sır, düşünen insan içindir ve aynıyla sır insanın kendisidir” demekten başka bir şey kalmıyor.




#Sırdaki sır
#Sır Altındaki Aşk
#Saim Kolhan
#Çini
#Lucio Fontana
#Tuval
#yağlı boya
8 yıl önce
Sırdaki sır
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle