|
Solun bize ve sola ettiğidir...

"Elifşafakgiller" tarzında kitaplar çıkarmak kolay mı kolay! Yazılması, hiç dert değil bir kere…

Kitabın satışını artırmak için kişiliğinden satabileceği şeyleri gözetmek ve bunu yayıncısının üstünden piyasaya büyük bir şevkle sunmak...

Niye zor olsun?

Ahlaki düşkünlük de bir insanlık durumudur sonuçta…

Marmara Üniversitesi''nden Göksel Aymaz, Cüneyt Özdemir''le, son Beş Bir K''da, sanat ve ideolojileri konuşurken bunu da vurguladı. Sağ sıradan şeyler üretir de sol üretmez, sol üretir de İslamcılar üretmez diye bir kural yok, diyordu açıkçası...

Elbette, sıradanlık, bir seviye içermediği ve yayınevlerince salt pazar şartlarına uygunluğuyla benimsendiği için, onlarda neyin, nasıl anlatıldığı da çok önemli değildir.

Niyet - eylem benzeşmesi yerini bulsun yeter; bunun için solcunun dini bir konuyu, sağcının devrimcilik hallerini anlatması bile mümkün.

Adı üstünde işte: Sıradan!

Yığınların fikrini fikir edinerek onların kültürüne, hayat algısına uygun olanı üretmek! Hafif, çok hafif şeyler yapmak yani, kağıt helva, tüy mendil kabilinden şeyler...

Mercimek kadar aklı olanlara bile bir hakaret gibi çarpan basitlikler…

Ha Allah''ın Kızları, ha Kırık Hayatlar...

Ha Paris''te yazılmış, ha Demetevler''de farketmez.

Bunları düşünerek, "sıradanlığın yerli tarihi"ne hızlıca bir göz attığımda, solun bu konudaki sicilinin hiç de temiz olmadığını fark ettim.

Köy Enstitülerini hatırlayın. Halkımızı aydınlatmak(!) için solun değil, sistemin ürettiği okullar...

Her kahvehaneye bir ozan, her masaya bir yazar, her kürsüye bir aydınlatmacı oturtma hülyası içinde beyinleri iğdiş etmenin eğitimcesi...

Sol''un, sistemden azami surette yararlanmak, onun tarafından ön yıkaması yapılan zihinleri kendi potasında yeniden şekillendirmek üzere katkıda bulunduğu okullar...

Yetmişli yılları hatırlayalım... Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Dursun Akçam, Mehmet Başaran ve başkaları....

Toplumcu gerçekçiliğin kaldırıma düştüğü yıllar...

Dine küfretmenin, hocalardan canavar üretmenin, halk kültürünü ti''ye almanın revaçta olduğu yıllar...

Diyorum ki, sol, sanatın/edebiyatın sıradanlaşması konusunda pragmatist davranmak yerine, iyi olandan yana tavır koysaydı.

"Hidayet romanları" adıyla kategorize ederek küçümsediği o anlatım tarzı, yoksulluğun tüm cepheleriyle sömürüldüğü sol edebiyata karşı devasa bir tepkiye dönüşür müydü?

Sol, Temel fıkrasındaki gibi "bir sizden, bir bizden" diyerek o edebi pespayeliği azdırmayıp sindirseydi, dindar kesimdeki sıradanlık yine bu kadar yoğun olur muydu?

Yine de konuyu solun kendi plan ve programları açısından değerlendirdiğimizde, onun değil Tüfekçi Bekir''in yakasının yırtıldığını görmek hiç de zor olmasa gerek.

Hem uluslararası temsil, hem yerli entelektüel kesimin taleplerini karşılama becerisi hem de yığınların bir tüketimlik ihtiyaçlarını gözetme açısından namluya süreceği kurşunları her zaman olmuştur solun.

Sinema mı, işte Halid Refiğ...

Tiyatro mu, işte Cüneyt Gökçer…

Resim mi, işte Abidin Dino…

Roman mı, işte Kemal Tahir...

Öykü mü, işte Feyyaz Kayacan...

Şair mi, işte Attila İlhan...

Sıradanlar için sıradan imzalar mı? İşte istemediğin kadar Köy Enstitülü yazar… Yetmedi, bir de onlar gibi yazmayı maharet sayan saftirik yazarlar...

Elbette şunu da es geçmemeli:

İlgili süreçleri yönetecek akıllı, ahlaklı, herkeste saygı uyandıran isimleri de vardı solun... Memet Fuat gibi bir duayeni, Fethi Naci gibi bir komitacısı, Ahmet Oktay gibi hal ve gidişatı iyi gözlemleyen bir eleştirmeni, Enis Batur gibi bir organizatörü vardı....

Bugün itibariyle konuya yeniden bakacak olursak, solun ustaları gittikçe azalıyor ve yenileri yetişmiyor.

Sol sanatı besleyebilecek bir siyasal tutum da yeşertilemediği gibi, bilakis sol siyaset ulusçularla uyum içinde, bir tür devlet faşizmine hizmet etme yanlışını temsil ediyor.

Öte yandan, Taha Kıvanç''ın 15.12.2009 tarihli yazısına yaslanarak söylemeliyim ki, İslamcılar yenile yenile, yenmeyi değilse de ayakta kalmayı öğrendiler söz konusu süreç içinde...

Solun titreyip kendine dönmesi, hem kendisi hem de ülkemiz için hayati bir değer ifade ediyor.

Sanatsal planda birlikte yeni bir retorik üretmeye, seviyesizliğe prim vermeyen bir söylem düzeyi oluşturmaya mecburuz.

Karşılıklı hata yaptırma mantığı üstüne kurulu taktikler kimseye bir şey kazandırmadı.

Bilakis sıradanlığın matah bir şey olduğu yanılsamasını pekiştirdi. Saçlarını şuh bir eda içinde savurma, Boğaz''da çakıl kaydırma pozları vermekten öte bir kıymeti harbiyesi olmayan bir sürü kompozisyon yazma özürlüsünü edebiyatımızın başına bela etti.

O halde, geleceği kucaklayan sanatsal bir stratejiyi birlikte üretmek için sıvayalım kollarımızı...

Attilla İlhan gibi soralım birlikte: Hangi Sol?

Nurettin Topçu gibi soralım tekrar: Hangi İslam?

14 yıl önce
Solun bize ve sola ettiğidir...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle