|
Tekrarlamak güzeldir...

Umran dergisinin ekim sayısında, Ekrem Sakar "Hikaye mi, öykü mü?" başlıklı bir yazı yazmış. Yazma sebebi: Bu köşede yayınlanan "Hikayeye sahip çıkmalıyız" başlıklı yazım… Bu yazımın sebebi de Sakar''ın o yazısı.

Sakar''ın yazımı nasıl anladığı elbette önemli, ama ondan daha önemlisi, konu üzerinde zihin yorması, ciddiyetle düşünmesi ve edebi tür gibi karmaşık bir konuyu nezaketle tartışmasıdır; Sakar''ın, şimdiki ve daha önceki sözlerimden hareketle bir tenakuzdan sözetmesi de yine mezkur karmaşıklıkla ilintilidir; bu konular bir iki gazete yazısıyla anlatılabilecek konular değildir çünkü. Bir kere teknik konulardır; ikincisi edebiyatı da kapsayan bir kültür dilinden söz ediyoruz ki, bu dil de bir iki yazıyla anlatılamaz ve anlaşılamaz.

Bundan hareketle, söz konusu yazımda üstünde durduğum konular kendi içinde tutarlı ve gayet net olduğundan, bir tavzihte bulunmam gerekmiyor. Sakar''ın yazısı vesilesiyle, "tekrarlamak güzeldir" diyerek kimi hususları daha belirginleştirmekle yetineceğim.

Öykü ve hikaye ayrımı için verebileceğim en güzel örnek Mustafa Kutlu''nun eserleridir. 1970''ten 2009''a kadar yayınlanan 19 kitabında da "hikaye" kaydı bulunan Kutlu''nun, hikaye sözcüğündeki ısrarı her şeyden önce "Osmanlı lisanına duyduğu hürmetten" kaynaklanmaktadır. Ortadaki Adam''dan, Hüzün ve Tesadüf''e kadar olan ilk dokuz kitabı "öykü", Uzun Hikaye''den, Tahir Sami Beyin Özel Hayatı''na kadar olan son on kitabı ise "hikaye"dir. Burada şu ayrıntı gözden kaçırılmamalı: Kutlu, tıpkı ilk dokuz kitabına öykü demediği gibi, son on kitabına da roman dememiştir.

Bunları göz önünde bulundurarak Kutlu''nun yapmadığı ayrımın, eleştirel bir bakışla bizce yapılması gerektiğine inanıyorum.

Nazan Bekiroğlu, Sadık Yalsızuçanlar, Sibel Eraslan, Hasan Aycın ve Münire Daniş''in son yıllarda yazdıkları eserler de roman olarak sunulmasına rağmen, roman değildir hikayedir. Bu yazarların söz konusu eserlerini roman olarak nitelemek, onları iki numara daha dar bir gömleğin içinde sığdırmaya çalışmak olur. Bu noktada ilkin öykü sözcüğüne yaslanılarak dilimizden kovulmaya çalışılan hikaye sözcüğüne sahip çıkmalıyız ve onu yeni bir müstakil türün adı olarak benimsemeliyiz. Öykü, artık edebi bir tür olarak yerleşmiştir; hikayenin de edebi bir tür olarak yerleşmesi elzemdir.

Hemen burada şunu da söyleyeyim: Sakar''ın değinme ihtiyacı duyduğu F. Hepçilingirler''e ait yaklaşımlarla, benimkiler arasında sadece kelime benzerlikleri vardır. Hepçilingirler konunun dil devrimi tarafındadır, bense kültür tarafındayım. Daha açık bir söyleyişle: o Hanya''ndan konuşuyor, bense Konya''dan...

Hikaye, Tanzimat öncesindeki edebiyatımızda tevil götürmeyecek kadar net bir türdür. Örneklendirmem gerekirse: Attar''ın Mantıku''t Tayr''ı başta olmak üzere kimi eserleri, Filibeli Ahmed Hilmi''nin Amak-ı Hayal''i hikayedir. Kültürel erozyon nedeniyle, onlarla bizim yazarlarımız arasındaki köprü (nesir planında) Mustafa Kutlu''ya kadar tekrar kurulamamıştır.

İnsanlar gibi olguların da kaderleri ve kazaları vardır. Adlarını zikrettiğim yazarlar Attar''ın, Filibeli''nin edebi mirasından hareketle, kendi zamanlarının dili ve edebi anlayışıyla Kutlu''nun gösterdiği köprünün üstünde yürüyorlar. Hal böyleyken, bize de yürüyüşü yeniden değerlendirmek düşüyor.

Diyor ki Sakar: "... olan olmuş, öykü kelimesi dilimize yerleşmiştir. Aralarında fark bulmak gayreti de ''buna bu diyelim, şuna şu diyelim''den öteye geçmemiş, bir neticeye varmamıştır. En iyisi şimdilik hangi kelimeyi kullanacağını şahısların keyfine bırakmak, hikaye kelimesine adavet beslememek ve iki kelimeyi de aynı mana ile telakki etmektir."

Burada duralım; kazın ayağı hiç de öyle değil. Öykü ile ilgili ısrarım nedeniyle yazılı ya da sözlü birçok eleştiriye maruz kaldığım halde, doğru bildiğimi söylemeyi sürdürdüm. Geldiğimiz nokta malumdur. Bu durum, hikaye türü konusundaki ısrarım için de bana bir karinedir.

Ayrıca, adlarını zikrettiğim yazarların tamamını, edebi sorumluluk anlayışları ve kültürel hassasiyetleriyle de iyi tanırım; onların konuya yaklaşımı büyük oranda benim yaklaşımımla örtüşür; elbette nüansları olacaktır ki, bu da doğaldır. Ayrıca, eleştirmenler, tür konusunda yazarlar ve okurlar gibi layüsel olamaz; eserleri izlemek, onlarla ilgili genel tanımları geleceğe, hal''e ve potansiyel duruma bakarak belirlemek zorundadırlar.

Biz, şu ya da bu kimlikle edebiyat üstüne düşünenler olarak, iyi örneklerinin peş peşe yayımlandığı şu günlerde hikayeye sahip çıkmazsak, tıpkı "hidayet romanları" tanımında olduğu gibi, yarın başkalarının yapacağı ideolojik bir tanımlamanın altında eziliriz.

Sözüm budur ve Rabbimin bana verdiği ömür mühletince bunları söylemeye de devam edeceğim.

15 yıl önce
Tekrarlamak güzeldir...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle