|
arı dil merakı devam mı ediyor?

sevgili okuyucularım; türkçemizin tabiî gelişmesi, bu gelişmenin zaman zaman durması, hatta yapılan yanlışlıklar sebebiyle ifade gücünden ve anlatım kabiliyetinden kaybetmesine dair gerçekleri bugün yeniden madde madde belirtmek ihtiyacını hissediyorum.. çünkü bazı gazete ve televizyon kanallarında bu konulara ait bilimsel olmaktan uzak yayınlara tesadüf etmeye başladık..

evvelâ hiçbir zaman inkâr edemeyeceğimiz bir hakîkatı tesbit edelim: dokuzuncu, onuncu asırlardan itibaren arap ve acem (iranlı) âlemiyle temâsa geçen türkler, acemce ve arapça''dan birçok kelime ve tâbir almışlardır.. bu sayede türkçe, kavram bakımından çok zenginleşmiştir.. ve bu zenginleşme 19. yüzyıla kadar devam etmiştir.. ancak birçok arapça ve acemce kelime, dilimizin bünyesine ve cümle yapısına pek mükemmel bir şekilde yerleştirilirken, türkçe''nin içine bu dillerin çoğul (çokluk) halleri, isim ve sıfat terkibleri (tamlamaları) hattâ klişe halinde küçük cümleler; birçok edat, zarf ve bağlaç özelliği taşıyan kelime, dilimizin öz malı haline getirilmiştir.. itiraf etmek lâzımdır ki, dilimiz, bu sayede, en komplike fikirleri ve en ince duyguları anlatabilir bir derinliğe ve genişliğe ulaşmıştır..

türkçemiz, ortaasyadan getirdiği malzeme ile sentaks kanunlarına tâbî olarak halk arasında gelişir ve kendi tabiî tekâmül yolunda ilerlerken, ilim ve dîvan edebiyatı ve resmî yazı dili de büyük ölçüde arapça''nın ve farsça''nın etkisinde kalmıştır..

bu hal, dilimizin kendi köklerinden türemiş bilimsel terimlerin vücud bulmasına, dolayısıyle ilim ve yüksek zümre edebiyatına ait lisanın, öztürkçe kelimelerden meydana gelmesine engel olmuştur.. hernekadar arapça''dan, farsça''dan aldığımız kelimeler ve deyimler, türkçe cümle yapma kaidelerine (kurallarına) uydurularak kullanılıyor olsa da öztürkçe konuşan halk tabakası bu kelime ve deyimleri öğrenmekte ve kullanmakta daima zorlanmış ve geride kalmıştır.. bununla beraber halk diline, dağdaki çobana varıncaya kadar arapça ve farsça kelimelerden binlercesi yerleşmiş ve dilimizin artık özmalı haline gelmiş bulunmaktadır..

daha 18, 19, hattâ 17. asırlardan itibaren dilimizden arapça ve farsça kaidelerin ve arapça, farsça kurallara göre yapılmış tamlamaların terkedilmesi ihtiyacı hissedilmiş ve zaman zaman bazı şairler, münşîler ve nâsirler sâde türkçe ile yazmak yoluna gitmişlerdir..

tanzîmat edebiyatı ile kuvvet kazanan sadeleşme cereyanı, millî edebiyat akımı ile türkçemizin genel atmosferine ve hertürlü edebî çeşitlerine damgasını vurmuştur.. 1908 ile 1930 arasındaki edebiyat ve matbuat (basın) dili, büyük ölçüde arapça-farsça terkiblerden arınmış, fikrin ifadesi için kendisine lâzım olan miktarda arapça-farsça kelimeyi kadrosu içinde bırakmış bir dil hüviyetine bürünmüştür..

1930''dan sonra; arapça''dan, farsça''dan alınmış bütün kelimelerin yerine öztürkçe köklerden öztürkçe kelimeler yapılıp hemen kullanmaya başlanabilir zannedilmiş, bir “yeni kelime türetme ve eski türkçe''den yeni kelimeler bulma faâliyeti”ne girişilmiş, bu arada; yeni kelimelerin kullanılmasına, arapça, farsça kelimelerin de fiilen terkedilmesine başlanmıştır.. fakat, daha, atatürk''ün sağlığında, bu yolun çıkmaz bir yol olduğu çabuk anlaşılmış, rahmetli atatürk, falih rıfkı atay''a: “çocuk, dili bir çıkmaza sokmuşuzdur.. onu orada bırakamayız..” demiş ve dildeki arılaşmayı durdurmanın ilk işaretini vermiştir (falih rıfkı atay''ın çankaya isimli eserinde kayıtlıdır..)

atatürk''ün vefatından sonra cumhurbaşkanı olan ismet inönü, “dil devrimi”ni yeniden başlatmış, bu arada 1924 anayasasının kelime ve terimlerini yeni yapılmış kelimelere çevirtmiştir.. anayasa dilinin arılaştırılmasına ve TDK vasıtasıyla dil devriminin devam ettirilmesine rağmen 1963 yılına kadar millî eğitimde, kitap ve basın dünyasında arı türkçe''ye itibar eden olmamıştır.. 1963 yılında ders kitaplarının öztürkçe ile yazılması mecburiyeti getirilince yeni nesiller, kendilerine “fikrini anlatma gücü” kazandıran eski kelimeleri yani arapça''dan, farsça''dan alınma kelimeleri öğrenemez hale düşmüşler, bu da onlarda düşünme, konuşma ve yazma güçlüğü yaratmıştır..

şayanışükrandır ki, dilimize birçok yeni kelime kazandırmasına karşılık, büyük ölçüde tahribat yapmaktan geri kalmayan dil devrimi gün geçtikçe harâretini kaybetmiş, TDK''da devletin bir kurumu haline geldikten sonra daha ehil ve liyakatli dil bilginleri vazife almışlar, bu suretle “uydurmacılık” ve “dilde zorlama” hadiselerinin durulmasını sağlayan bir “kültür kamuoyu” teşekkül etmiştir.. basında medyada arı dil merakı tavsamış bulunduğu halde, bilhassa felsefe, psikoloji ve kimya fakültelerinde, başıboş bazı asistan ve doçentler, dil kanunlarına uymayan terimler îcad ederek bozuk türkçe akımını devam ettirmektedir.. bu gibi müfrit öğretim elemanlarının ve eserlerinin ilim ve dil bakımından kontrol edilmesi için “YÖK”ün ve üniversitelerin harekete geçmeleri gerekir.. bize kalırsa üniversite hocalarının bir kısmı, ilim ve eğitimle uğraşacağına siyasetle ve particilikle meşgul olmaktadır.. üniversite hocasını günlük siyasetle uğraşmaktan alakoyacak bazı düzenlemeler yapılmasına ihtiyaç olsa gerektir..

16 yıl önce
arı dil merakı devam mı ediyor?
Islak zemin
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!