|
Bravo!

Korku unsuruyla tetiklenen geniş çaplı medya söyleminin yarattığı uzun soluklu şayia ve son olarak Mahalle Baskısı ile yeni kötü örneğimiz Malezya, Türkiye''nin uzun süredir içinde bulunduğu kırılgan atmosferi daha da inceltti. Müjdeler olsun yani korku tacirlerine; artık küçük bir fiske dahi kutuplaşma çatlaklarını, çatışma yarıklarını ortaya çıkarıyor. Bu ülkede daha önce hiç olmamış şeyler oluyor; toplumun değişik katmanlarından dini öge ve motiflere itiraz eylemleri geliyor.

Hayır; Şişli''de başörtüsü sebebiyle sözlü ve fiziksel şiddete uğrayan ve Fenerbahçe Disiplin Kurulu üyesi avukat Erdoğan tarafından oradan uzaklaştırılmasa başına nelerin geleceğini kimsenin bilmediği başörtülü genç kadından bahsetmiyorum yalnızca. Zaten laikcanlar olay sırf adliye önünde meydana geldiği için olayı ''adli bir vaka canım'' deyip çoktan katlayıp yuvarlayıp rafa kaldırdı. Tek bir kişinin bile namaz molası istemesini cumhuriyet değerlerine bir kalkışma sayıp, “irtica hortluyor” paranoyasına malzeme yapanlar; olayın ''haber değeri''ni görmedi, oysa bir kadının başörtüsünü çekmenin adliye ile ilgisinin ne olabileceğini kimse sormadı.

Aylardır yılmadan sürdürülen suni korku pompalamasının sokaktaki insan üzerinde ne derece etkin bir rolü olduğunu kanıtlayan, ancak “büyük medya” tarafından büyük ihtimalle ilkinde olduğu gibi yine sümenaltı, hasıraltı edilecek ikinci aşırılık örneği de Suadiye Şaşkınbakkal''dan geldi. İnternethaber''in verdiği fotoğraflı habere göre, apartman duvarları ve sokak köşelerindeki taşların üzerine boyalı bir kalıpla basılmış ve öcü olarak resmedilen çarşaflı kadın figürleri yeralıyor. Biri siyah, diğeri kırmızı renkte olan baskıların siyah olanının üstüne ise belli ki, örtülü kadınların öcü olarak gösterilmesine öfke duyan birisi tarafından “anandır” yazılmış. Aynı bölgeden gelen bir başka fotoğrafta ise, çarşaflı kadın figürü üzerine “öcü savar” yazıyor.

Şimdi bu nedir? Bu, memleket kaynıyor olsa, ''bu kaynamadan nasıl bir ''enerji'' kaynağı devşirebilirim''in hesabını yapan, daha ilerisi neye mal olacaksa olsun o kazanın altına odun atmayı görev bilen muktedirlerin kısmi başarısıdır. Nisan ayı ve hatta daha öncesinden gerekli ve yeterli zeminin medya ve çeşitli zinde güçlerce tesis edildiği, havada asılı olarak durup dururken toprak seviyesine indirilen ve dinamik hale getirilen bir çatışma potansiyelinin uyandırılmasıdır.

Evet elbette, Ramazan ayına bilmem kaç irtica haberi ile onlarca korku söylemi sıkıştırmış olan Ertuğrul Özkök ve şürekasının bile, kanın gövdeyi götürdüğü 12 Eylül benzeri dönemi ne kendi çıkarları, ne de çok sevdiklerini iddia ettikleri Türkiye adına arzulayacaklarını sanmam ama, en halis niyetimizi takınsak ve çatışma ile korkunun sükunetten daha çok gündem yarattığı, yani ''barış'' satmadığı için Hürriyet''in toplum katmanları arasında bir ''savaş'' fikrini ortaya attığı ve kendi icadı olan bu savaşı destekler bir pozisyon aldığını düşünsek bile, bu ne Hürriyet''i, ne de Özkök''ü temize çekmeye yetmiyor, çünkü tehlike öngörülenin üstünde bir hızla büyüyor.

Kaldı ki, medya organlarının, ADD gibi adına sivil toplum kuruluşu denen toplum karıştırıcılarının, zinde güçler muhibbi çevrelerin tek derdi de ''tiraj'' değil zaten. Biliyorsunuz dertleri, sivil anayasa çalışmalarını inkıtaya uğratmak, başörtüsü yasağı ve YÖK''ün kayıtsız şartsız ve ilelebet devamını sağlamak, seçim mağlubiyetiyle içine düştükleri umutsuz ambiansı bir avantaja dönüştürmek gibi ''ulvi amaçlar'' etrafında şekilleniyor.

Evet, son birkaç yılda birtakım aşırı milliyetçi refleksler sayesinde de ülke olarak çatışmanın kıyısına gidip gidip geri dönmüşlüğümüz mevcut. Ama kimse, açıktan açığa Hrant Dink cinayetini, Malatya olaylarını ya da aşırı milliyetçi söylemleri destekler ya da en azından görmezden gelir bir konumlanma içine giremiyor. Aksini düşünse bile susması gerektiğini yoksa haddini er ya da geç bildirileceğini idrak ediyor.

Oysa bu ülkede dini yönelimler sözkonusu olduğunda, toplum katmanlarında bir çatışma, kamplaşma, kutuplaşma vuku bulması ihtimalinin keskinliğine rağmen kimse sözünü sakınmıyor, dilini tutmuyor. Zaten en baştan, ''başörtüsü ve din ve demokrasi'' kelimelerini ağzına alan herkes hiçbir şerhe lüzum duymaksınız belirleyici ve tahakküm edici bir dil tarafından illegal ilan edildiğinden, yönetici elit ve karar verici mekanizmalar tarafından tek taraflı pompalanan bu çatışma iklimini önleyecek bir dil, bir söylem geliştirilemiyor. Meydan bölücü cumhuriyet mitinglerine, Türkan Saylan ve benzeri zevatın çağdaşlık başlıklı incilerine, korkuyor olmanın moral üstünlüğünden medet umarak savaş verir gibi yazı yazan sözde yazarlara ve Özkökvari irtica haberlerinin kısmi etkisine kalıyor. Dolayısıyla efendim, bu ülkeye olan oluyor.

Bize de bravo demek düşüyor. Aferin hepinize. Yüzlerce yıl, onlarca dini, dili, ırkı birinin kolu ötekine değmeden yaşatabilmiş bu memlekette, ektiğiniz din düşmanlığı sayesinde, aynı dine mensup insanlar birbirine dini yönelimleri, ibadetleri ve giyim tarzları sebebiyle saldırmaya başladı ya, bu sentetik öfke, tarihi boyunca ötekinin dini inancına saygı konusunda mutabakat halinde olmuş bir toplumun orta katmanlarına da ulaştırıldı ya…

Bravo azminize, inadınıza, özgüveninize doğrusu. Bravo size…

17 yıl önce
Bravo!
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu