|
Ölümcül çelişkinin mola yeri

Rilke “Malte Laurids Brigge’nin Notları” romanına şu cümlelerle başlar: “Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar; burası ölünecek yer desem daha doğru. Sokağa çıkmıştım. Gördüğüm şey: hastaneler. Bir adam gördüm, sallandı ve yıkıldı. Halk etrafını sardı, bu da beni sonrasını görmekten kurtardı….”



Buradaki ironiyi farkına varmadan günde kaç kez yaşıyoruz acaba? O yarım kalmışlık günde kaç kez konuğumuz oluyor? Yola çıkıyorsun: bir sebebe bağlı olarak ya da hiçbir gerekçeye ilgi duymadan…

“Çarşıya inemem” diyordu ya, Sait Faik, kendine göre türlü çeşitli gerekçeler icat etmeye çalışıyordu... Ama kendini kandırması ne mümkün! Sonunda ortada, bir başına, o, çarşıya çıkamayacağı gerçeği kalıyordu. Avare insanın kendini avutmak için uydurduğu, ancak bu uyduruk gerekçelerin ancak “akıllı” adamlar tarafından reddedilebildiği gerçeği kalıyordu geriye: yalnızca o: yani hiçbir gerekçeye sığmayan yalın gerçeklik. Niçin çıkmıştım sokağa? Ya da niçin çıkmıyorum? Ya da niçin çıkamıyorum sokağa? Buna binbir türlü bahane sıralayabilirim. Ne denli inandırıcı olursa olsun, bahanelere ne kadar güvenilebilir? Kişi, içten içe kendini aldattığını, kendini sarakaya aldığını bilir. İleri sürdüğü gerekçelere başkasını inandırdığını düşünse de başarısı oraya kadardır: başkasını aldatabildiği sınıra kadar...

Acı çektiğini düşünür. Acısını dindirmek için yollara düşer. Tut ki kent yaşamına meftundur. Kenttir onu cezbeden, hem de çoğu kimsenin reddettiği kent: o vıcık vıcık insan ve bataklık kokan yerler; pas ve terin birbirine karıştığı, duvarların is ve kurumdan ziftlenmiş gibi karardığı, pencereleri iç içe birbirine geçmiş, çatıları bir çatı ormanına dönüşmüş mekân... Öyle yerlere meftundur. Günün birinde diyorlar ki, bütün bunlar sağlıksızlık işareti... Dahası, yıllar önce bu tür mekânların sağlıksız yerlerin en sağlıksızı olduğunu o da kabul ve ikrar ediyordu. Ama işte, yıllar sonra, herkesi kandırdığını, bir kendini kandıramadığını itiraf etmenin zamanı gelmiştir. Herkesle birlikte ölünecek yerler olarak düşündüğü o mekânlar, şimdi ona yaşanacak yer olarak görünmeye başlıyor: Rilke’nin ironisi, bu kez tersinden işlemeye başlıyor. O, yaşanacak yerlere ölünecek yer diye gidiyordu; bu, ölünecek yerlere yaşanacak yer diye mesafe kat etmeye çabalıyor.

Ve işte birden, ölümcül çelişkinin burada yattığını keşfediyor. Ölümcül çelişki: bu, çözdüğünü, üstesinden geldiğini düşündüğü çelişkinin her mola yerinde, yeni bir yol ayrımından yeni bir çelişki düğümüne adım attığı yerdir: buna kulak vermek gerekiyor. Kendini çölde farz ettiği her seferinde, çölün yeni bir kente yataklık ettiğini; kendini bir kent cangılının tam da göbeğindeymiş gibi duyumsadığı her seferinde, oranın bir taş çölüne dönüştüğünü kavradığı yer... Bu zalim açmaza isyan etmenin zamanıdır: ne etse de, beynini avuçlarının arasına alıp onu vıcık vıcık sıkıp yoğursa, onu anlamayan her kişinin kafatasının ortasına bu beynin heykelini dikse! Onun gördüklerini, böylece, kendi kafataslarında onların da görmesini sağlasa!

Kafası ve gövdesi, tangır tangır madenî sesler çıkaran bir tünelin içinden geçiyor. Gözlerini yumuyor ve bekliyor... Ölüme komşuluğunu aklından geçiriyor. O çelişkinin ortasında durduğunu fark ediyor ve kendini orada, oraya, öylece bırakıyor...

#Malte Laurids Brigge’nin Notları
#İroni
#Kent
#Çelişki
5 yıl önce
Ölümcül çelişkinin mola yeri
Ve gelecek geldi: Sadece “alo” diyecektik değil mi?
Vatana hizmet tertibinden maaşa bağlanan şâirimiz
Netanyahu soykırımı Batı Şeria’ya taşırıyor
Çorum kampımız da rüya gibi geçti “beşinci mevsim” gibi… (2)
AK Parti’de bir şey değişince her şey değişecek