|
Sessizliğin ölümü: İngmar Bergman

Sinema tarihinde sessizliğin efsanesini yaratmış dahi yönetmeni geçtiğimiz 30 Temmuz (''07) Pazartesi günü öldü.

Ben, onun gördüğüm öteki tüm filmlerini kült yaratısı olan Sessizlik filminin adesesinden izledim diyebilirim. Çünkü ''60''lı yılların ilk yarısında seyrettiğim ilk filmi oydu. Onun filmleri yalnızca İsveç toplumunun gündelik yaşantısından kesitler vermiyor; Avrupa''nın öteki bütün ülkelerinde yaşayan bireylere de ayna oluyordu. Bu insanlar, genelde yalıtılmış mekânlarda yaşar. Kendiliğinden umarsızdırlar. Birbirleriyle didişirler. Didişmelerinin saiklarını yüzeyinden izleyebiliriz, fakat onun en dibinde yatan temel neden üzerinde fazlaca bir fikrimiz olmaz. İnsanlar her ân patlayabilir. Her ân birbirini tokatlayabilir. Ama hemen arkasından pişmanlıklarını açığa vururlar. Nerdeyse yerlere kapanırlar. Özür dilerler. Kendilerinden utanırlar. İnsanlar ne birbiriyle, ne içinde yaşadıkları mekânla iletişim içinde görünür. Sürekli rahatsızdırlar. Sürekli bir şeyden kaçarlar veya bir ağa takılırlar. Ya bir ağa takılmanın arifesinde olurlar veya takıldıkları bir ağdan kurtulma çabasında… Ara yerde lök gibi duran bir abes gerçeklik kendini gösterir.

Sessizlik filmindeki bilinmeyen kentin bir otel odasından seyredilen terkedilmiş sokağından gecenin bir yarısında geçen tank neyi simgeliyordu dersiniz? Biz, olayın bir savaş sonrasında geçmekte olduğunu belki kentin sokaklarını arşınlayan o tankın o abes duruşundan çıkarsamaya çalışırız, ama o tank orada bir savaşın saçmalığından daha fazla bir şeyin imgesini yansıtır. Otel odasına sığınmış iki erişkin yolcu kadın ve yanlarında genç olanın oğlan çocuğu… O çocuk ne kadar acınası bir yalnızlık çeker. Otelin in cin top atan boş koridorlarına kendinden bir iz, bir anı bırakmak istercesine, bir duvarın dibine işemekten başka bir şey gelmez elinden. İki kız kardeş birbirine hem acır, hem nefret eder. İkisi de kendi cinselliğinin mecrasını ararken o mecrada yitmiş gibidir. Johann Sebastian Bach''ın sessizliğin anıtını oyan müziği, filmin döşüne lök gibi oturmuştur. Sessizliğin (sükûtun) tınısı ancak onun müziği eşliğinde böylesine elle tutulurcasına algılanabilirdi.

Evet, onun, seyrettiğim bütün filmleri bir yanardağın röntgeni gibi göründü bana. Dağa dışardan bakıldığında, içinde olup bitenlerden hiçbir iz, izlenim, işaret, ima izhar etmez, hiçbir izleğin dışa vurmasına izin vermez, ipucu vermez, dışardan hiçbir şey görünmez ve fark edilmez. Ama dağın içi gümbür gümbür yanan bir magma halindedir.

İşte, filmlerinden gelişigüzel başlıklar: Bakire Kaynak, Marionnettes''in Hayatından Çizgiler, Yaban Çilekleri, Saydam Karanlık, Kış Aydınlığı, Haz, Büyücü, Monika ile Yaz Mevsimi, Yedinci Mühür, Bir Evlilikten Sahneler…

Her biri, aynı volkanik dağ… Öyle sessizce uzak görüngeden izlenen dağın çorak yamaçları, az sonra patlayacağına ilişkin hiçbir telmihte bulunmaz ve seyirci her şeyden habersiz onun çorak ve sarp yüceliğini seyretmeye dalmışken, volkan birden patlar: o patlayıştan dehşete mi düşeceğinize, yoksa etrafa saçılan magmanın dağıttığı şehrayini ebedî bir cümbüş haline mi getirmek isteyeceğinize kendiniz karar vereceksiniz…

Ben, onun bütün filmlerini izleyebilme bahtiyarlığına erenlerden değilim. Onun 54 adetlik film çizelgesinde, sanırım on veya onbir tanesini izlemiş olmalıyım.

İşin, kendi açımdan dramatik yanı şuydu: ben Temmuz''un ortalarından itibaren onun elimdeki DVD''lerini seyrediyordum. En son Bir Evlilikten Sahneler filmini seyrettiğim sırada ölüm haberini aldım. 89 yaşındaymış. Hiç kuşkusuz, 20. yy insanının dokunaklı görüntüsünü yansıtan dahilerden biriydi…

17 years ago
Sessizliğin ölümü: İngmar Bergman
İslâm birliği ve Diyanet
Siyasette yumuşama: Mümkün mü?
Genç kimdir?
Başkan Erdoğan soykırım davasının müdahili olarak ABD’ye gidecek mi?
Özgürlüğün otoriterliği karşısında Filistin taraftarı öğrenciler