|
Yazarlık nedir

"…Bunlar sanat kurslarına filan da gitmiş olabilir. İşlerine kan katmaya g…tü yemez bunların, delilikle kumar oynamazlar, işlerini gerçekleştirmek için açlık çekmeyi göze alamazlar. Sanat öyle bir şey değildir onlar için. Ünlenmek isterler, ama rahatlarından ve güvenceden feragat etmeden. Sanatçı oldukları iddiasıyla ortalıkta dolanıp ünlenmeyi beklerler. Bu arada sekiz saatlik bir işte çalışıp duvarları yıkmaya çalışmaktansa akrabaların yardımıyla hayatta kalırlar, yumuşak ve geniş bir şeydir sanat onlar için, temiz pak. Fransız, Alman ve özellikle İngiliz aksanıyla konuşan güzel insanlar tarafından yapıldığını sanırlar. Bir otobüs şoförünün ya da aşçının ya da çiftçinin de sanatçı yapılabileceği akıllarının köşesinden bile geçmez. Nereden geldiği hakkında en ufak bir fikirleri bile yok. Acıdan gelir, lanetlenmekten gelir, olanaksızlıktan gelir. Ruhun karnına indirilen bir yumruktur sanat. Yanmaktan gelir, dağlanmaktan gelir, şiddetten gelir. Ölümün ortasında fazlasıyla hayatta olmaktan gelir. Yeni ve korkunç yerlerden gelir… eski ve korkunç yerlerden gelir…."

Bu satırlar Bukowski''den… Onun Güneşe Uzan adını verdikleri mektuplar derlemesinden… (Parantez Y. Çev: Avi Pardo, s.140).

Bu kadar gözü pek ve bu kadar köşeli dile getirememiş olsam da, sanatçının cüretkâr biri olduğu hususundaki kanımı sanırım bir yerlerde söylemiş olmalıyım.

Üstat Necip Fazıl da, günlük Büyük Doğu''daki yazılarının birinde (1952 yılı olmalı), bazı yazarlardan bahsederken onların nahifliklerini, yapaylıklarını, lüzumsuz nezaketlerini ifade sadedinde "bunlar ölmezler, vefat buyururlar" kabilinden bir dokundurmada bulunuyordu.

Sonuna kadar gitmek, bütün neticelerin en dibine varmak.. geri çekileceği yeri bilmek, ama korkudan değil, gereği o olduğu için geri çekilmek.. değilse hep ileriye ve bir parmak daha kat edilecek mesafe varsa, oraya uzanmak, o sınırları zorlamak..

Bu durum, asla şematik bir yol izlemez. Bu durum, sanatın kendi derunî macerasının gerektirdiği bilinmezliğin tam ortasına düşmektir. O maceranın ortasında var olma mücadelesini yiğitçe götürmeye sıvanmaktır..

Orada artık "annem babam ne der" kaygısı arkada bırakılmış olur. "Öğretmenim izin verir misiniz?.." diye parmak kaldırılmaz. Sanatçı, orada, tümüyle kendi sanatçı kimliğinin içine batmış olarak durur. İzin verecek olan kendisidir.

Orası, işte, ölümün ortasında hayatta kalınan yerin de adıdır. Sait Faik bir öyküsünde, kalemini öptüğünü yazar. "Yazmasam ölecektim" der. Sanatçı için gerçekten bir ölüm kalım meselesidir bu iş..

Dışardan bakan belki de "püf" deyip geçiverir. Ama o, ilkin kendi ruhunun karnına yediği yumruğun sancısıyla debelenmektedir. Bunun rövanşı, öyleyse, ruhun karnına bir yumruk indirmekle alınacaktır.

O bataklıkta çelişkiler, açmazlar, yönünü şaşırmış olmalar, yumruğunu nereye atacağını bilememeler, bütün akıllıca sersemlikler, aşılmış sınırlar, aşılması gerekmekte olanlar, ve.. ve bütün bu karmaşanın ortasında, en ilginci, nerede duracağını da kılı kılına hesap eden bir bilinçle yaşanır ve şaşılası olan o ki, sınırlara riayet edilir. Orası, aynı zamanda, bir yangın ırmağının iki kıyısı arasına gerilmiş bir cambaz telinin üstünde yürümek gibi bir şeydir. Dengeyi tutturamadığın anda, seni o ipin üstünde tutacak hiçbir güç mevcut değildir: ateşin ortasına yuvarlanıp gidersin.

İpi başarıyla yürüyüp geçtikten sonra da, bilirsin ki, kimse sana aferin demeyecektir. Ama halis sanatçı o aferini de arkasında bırakmış olarak marifetini ifa etmeye bakar. Onun marifeti iltifata bağlı değildir. Pisliğin karnı deşilerek yapılması gereken yapılır. Güzellik, onun neşterinin değdiği yaranın bağrında yatar: irin o yaradan dökülecek ve iyileşme oradan başlayacaktır.

17 yıl önce
Yazarlık nedir
Rabbine hasım kesilen insan!
Sosyal çürüme yazıları 8: Sıkıntı yok cumhuriyeti
Belirsizlik ‘algılamayı’ öldürür
Reisi’nin manidar ölümü
İran bu sancılı günleri nasıl atlatacak?