|
Milliyetçilik tartışmaları arka sokaklarda dolaşmaktır

Milliyetçilik tartışmalarına son olarak değerli tarihçimiz İlber Ortaylı katıldı. Bir üniversitede gençlerin sorularını cevaplarken dinlediğim Hoca"nın tabir yerindeyse ayağına kaç kere top geldiği halde bir kere bile "İslam Milleti" kavramını kullanmayışına üzüldüm. Oysa kendisi de biliyordur ki, "İslam Milleti" kavramı dışında bugün Türkiye toplumunu tanımlayabilecek ortak bir adlandırma kalmamıştır. Azınlıklar zaten azınlık, onların tanımında sorun yok. Sorun çoğunluğun tanımlanmasındaki ortak adlandırmadaki isabetsizliğimizden kaynaklanıyor.

Bundan 90 yıl önce (1922"de) Lozan Anlaşması imzalanacakken İngilizlerle aramızdaki en hararetli tartışmayı hatırlamalıyız. Dünya Müslümanlarının son büyük ve ortak devleti Devlet-i Aliye, Hıristiyan Batı"nın üç büyük devleti (İngiltere, Fransa ve Rusya) tarafından korkunç saldırılarla işgale uğramış, adeta takatimiz kesilmişken masaya oturmuştuk. Düşmanın bir gün daha savaşacak gücü kalmamıştı ama biz de farklı değildik.

Düşman bizi, eski devletimizin yaklaşık yüzde 20"siyle yetinmeye zorluyor, geri kalan toprakları işgalde tutacağını söylüyordu. Ama bize kabul ettirmek istediği iki korkunç şart daha vardı: Biri Dünya Müslümanlarının birliğinin bir simgesi de olan Hilafet kurumunu kaldırmaktı. Çünkü Fas"tan Hindistan"a kadar bütün bir İslam coğrafyasını işgal altında tutuyor ve Müslümanların sürdürdüğü "esir olmama" mücadelesinde Hilafet kurumunun birleştirici ruhundan korkuyorlardı.

Hiçbir gücümüz kalmamış olduğu halde o günün şartlarında bile "Hayır!" dedik; Hilafet"i kaldırmayız veya bir İngiliz"in halife olmasını kabul etmeyiz. (Çünkü İngiltere bunu istiyordu, işgal ettiği İslam topraklarını kendi mülkü sayarak en çok Müslüman nüfusa İngiltere sahiptir, öyleyse halife de İngiliz vatandaşı biri olmalıdır diyorlardı.) Biz bunu o masada kabul etmedik işte. Hilafet o tarihten iki sene sonra kalktı ama İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya işgalindeki Müslümanların bağımsızlık mücadeleleri son düşman askeri de çekilinceye kadar sürdü.

Lozan"ın tartışmalı ikinci konusu azınlıklardı. Sanki azınlık olmak bir marifet ve azınlığın hakkı çoğunluktan fazlaymış gibi toplumdaki her etnik ve hatta mezhebî topluluğu ayrıştırmaya çalışıyor, kurulacak yeni devleti daha baştan paramparça edilmiş ve iç çatışmalara açılmış bir toplumla karşı karşıya bırakmak istiyorlardı.

Bu baskıya rağmen Lozan"da sadece Rum, Ermeni ve Yahudi "azınlık" sayılmış, "Anasır-ı İslâmiye"nin (Müslüman unsurlar) "azınlık" durumuna düşürülmesi kabul edilmemiştir. Çünkü onlar bu ülkenin aslî sahipleridirler ve "cümle anasır-ı İslamiye yek millettir" denilmiştir.

Yine savaşlardan sonra bizimle savaşanların ısrarıyla yapılan bir uygulama vardır: Mübadele! Özü itibariyle insanlık dışı bir uygulama olan mübadelede, konuştuğumuz hususla ilgili çok önemli bir ayrıntı vardır: Mübadelede Balkanlarla Anadolu"dan din esasına göre karşılıklı insan değişimi olmuştur. Etnik kökeni ne olur olsun gelen Müslüman olacak, yine etnik kökeni ne olur olsun giden "gayrı Müslim" olacaktır.

Değişimin (mübadelenin) din esasına göre yapılması sebebiyledir ki biz Karaman civarından etnik olarak Türk oldukları halde dinen Hıristiyan olan soydaşlarımızı gönderdik. Ve yine bu sebeple Balkanlardan gelenler arasında az da olsa etnik olarak Yahudi veya Çingene bulunduğu halde dinen Müslüman oldukları için bu din kardeşlerimizi kabul ettik. Bazı Kemalist tarihçilerin düzmecelerinde olduğu gibi Rum"la Türk yer değiştirmemiştir fakat Müslüman"la gayrı Müslim yer değiştirmiştir. Açıktır ki Lozan Anlaşması metinlerinde geçen "Türk" kelimesi, her ırktan bütün Müslümanları ifade eden bir kelimeydi ve "İslam Milleti" anlamında kullanılıyordu.

Devleti idare edenler ve kanunları yapanlarca Türk kelimesi sonradan sadece bir ırkın adıymış gibi anlaşılınca da, Lozan"da "Türk kabul edilenler" hızla ötekileştirilmiş, dil, kültür, inanç gibi temel insan hakları ya ihlal edilmiş, ya da hepten inkâr yoluna gidilmiştir. Bu inkâr ve zulümler Batının da açık gizli desteğiyle 50-60 yıl devam ettirilmiş, yeterince mazlum ve mağdur "üretilince" bu sefer de Türk olmayanların hak arama mücadelesi örgütlenmiştir. İlginçtir ki, Kürtler adına başlayan mücadelenin "Müslümanca" bir anlayışla değil, önce Marksist-Lleninist, sonra ırkçı bir çizgide sürmesi planlanmış, çözümün Türk ve Kürdün ortak ruhu olan "İslam"a dönüşte olduğunu söyleyenler (her iki cephe tarafından) şiddetle bastırılmıştır.

Teröristlerle teröre karşı sözde mücadele edenlerin en benzer olduğu nokta işte burasıdır.

İster planlı olsun, ister cehaletten olsun, halkları bir arada yaşatacak, böylece onların güçlü, müreffeh ve özgür olmalarını sağlayacak gerçek ve kalıcı çözümün İslam"da olduğu gerçeğini örtbas edenler çözümün değil sorunun bir parçası durumundadırlar.

"Yoksa siz Kürt meselesinin çözümüne karşı mısınız?" diye soralım kendimize. Karşı mıyız? Çözümün hangi ideolojik zeminden beslendiğine bağlıdır cevap. Bin yılı aşkın bir kardeşliği yıkıp halkları kan davasına sokmak da, ırkçılık da, İslam"ı terk edip Protestan veya Zerdüşt olmak da birer sözde çözüm gibi sunulabilir ki sunuluyor da. Bu saçmalıklar "çözüm" olmadığı için bunlara karşı olmak çözüme karşı olmak değildir. Her meselede olduğu gibi bu toplumsal meseleye de İslam"ın çözümü başkadır, ırkçılığın, bölücülüğün çözüm diye sunduğu başka.

Kürt meselesi, Çerkez meselesi, Boşnak veya Arnavut meselesi yoktur. Hazreti Peygamberin çağrısına kulak ve gönül vererek İslam"la şereflenmiş olan kavimlerin öncü ve aydın sınıflarının İslam"da buluş(a)mama meselesi vardır. Asıl tez ve gerçek çözüm, henüz hiç konuşulmamıştır. Ama er geç varacağımız yer, o büyük hakikat meydanıdır. O meydanın aydınlığına koşmak varken arka sokakların karanlığında dolaştığımız yetmedi mi?

11 yıl önce
Milliyetçilik tartışmaları arka sokaklarda dolaşmaktır
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!