|
Dikkat: Bu yazı 18 yaşından küçükler için sakıncalı olabilir!

Hiç iştahı olmasa da mutat olduğu üzre kahvaltı masasına oturdu. Ağzına bir zeytin atmak istedi ama zeytin inat etti, çatala gelmedi. O da peşine düşmedi. Çayını yudumladı.



Tuhaftı.



Saygıdeğer eşi “

neyin var Kemal

” dedi.



Fark edilmeyecek gibi değildi. Yüzü adeta yerlere düşmüştü.



Eşini duymadı.



Yine Çarkçı diyecekler

” diye içinden geçiriyordu. Baştan beri takmıyor görünmeye gayret etse de çok içerliyordu.



İlkin

Ankara Kalesi

'ne çıkıp avazı çıktığı kadar bağırmak istedi. Sonra burayı uygun görmedi; eylemimi İ

stanbul

'da, “

Kağıttepe

”de gerçekleştirsem daha etkili olur, düşüncesine kapıldı. “

İyisi mi Gürsel'e sorayım, İstanbul'u o benden iyi bilir

” diye zihninden geçirdi.



Başında filler tepiniyordu.



Kısa bir an unutunca panikledi. “

Ulan ben nerde ne bağıracaktım

” dedi. Aklına gelince de kendisiyle gurur duydu. Hafızası sağlamdı.



Ben Çarkçı değilim

” diye bağıracaktı.



Ne ki, çok geçmeden bundan da vazgeçti. Trampet çalmayı ve mümkünse şehrin tüm camlarını kırabilecek kadar tiz bir çığlık atmayı aklına düşürdü.



Yıllar önce arkadaşlarının zoruyla sinemada izlediği (hiçbir şey anlamadığı halde ayıp olur endişesiyle de yarıda bırakıp çıkmadığı) bir filmden aklında kalmıştı.



Nobel ödüllü romancı

Günter Grass

'ın aynı adlı başyapıtından

Volker Schlöndorff

'un sinemaya uyarladığı

Teneke Trampet

(Die Blechtrommel) filminin kahramanı

Oskar Matzerath

habire trampet çalıyor, çıkardığı sesle de camları, bardakları kırıyordu.



Gelgelelim,

Oskar

'ın cüce kaldığını, hiç büyümediğini, dahası büyümeye karşı çıktığını hatırlayınca, korktu. Kendi kendine mırıldandı: “

Ters bir mesaj verirsem, ayağım hepten çarşafa dolanır.



Trampet çalmaktan vazgeçti.



Saygıdeğer eşi, “

Sana neyin var diyorum, Kemal

” diye ünleyince, ilk kez duymuşçasına donuk gözlerle baktı.



Hiçbir şey söylemedi. Son bir yudum içmek için çayına davranmak istedi. Birden vazgeçti. “

Çark

” kelimesi “

dan

” diye kafasına adeta çarpınca, vazgeçmekten de vazgeçti.



Bir dikişte çayını içti. Birazını da üzerine döktü. Eşinin kaygılı bakışları arasında mutfaktan çıktı.



Gece zaten felaket geçmiş, kabus üstüne kabus görmüştü. Rüyasında, başkanlık sistemine geçmeye engel olamayınca atındaki koltuğu çekip alıyorlardı.



Çıkmak için hazırlandı. Son bir kez kendisini kontrol etmek maksadıyla duvardaki aynaya baktı. Aynanın yeri değiştirilmişti. (Bilirsiniz ya, kadınlar evdeki eşyaların yerini değiştirmeyi acayip severler. Bunun çaresi henüz bulunmuş değildir. Ama bilim de çok şükür her geçen gün ilerliyor.)



Aynanın yeri değiştirilip biraz aşağıya alındığı, yani, aynanın boyu kısa geldiği için aynada kafasını göremedi.



Eyvah kafam! Kafamı kaybettim!

” dedi ve şok içinde kalakaldı.



Eşi hanımefendi geldi, “

Kemal, duymuyor musun beni

” dedi. Sesini yine duyuramayınca da naçar bağırdı: “

Kemaaal… Keeee- malllll….



Haşhaş almışçasına donuk hareketlerle eşinden yana döndü ve müthiş bir üzüntüyle “

kafamı kaybettim

” dedi.



Hanımefendi yanlış anladı, “

Ben de deminden beri onu diyorum ya, Kemal

” dedi, “

kafan burda değil senin…



Eşinin sözündeki mecazı anlayacak halde değildi, daha da korktu. Can havliyle kendini evden dışarı attı.



Kafasını arayacaktı…



Dışarı çıkar çıkmaz makam arabasındaki şoförü ve korumaları hareketlendi. Onlara hiç bakmadan “

yürüyeceğim ben

” dedi ve yola koyuldu.



Biraz uzaklaştıktan sonra durdu. Acaba kafamın olmadığını korumalarım fark ettiler mi, düşüncesiyle çaktırmadan şöyle bir baktı.



Hepsi birden korku filmi izliyormuşçasına ona bakıyordu.



Daha da panikledi, hızlı adımlarla yoluna devam etti. Bir taksi şoförü kornaya basarak, “

Önüne baksana kafasız herif, nerdeyse ezilecektin

” diye bağırdı



Demek kafasız olduğunu herkes görüyordu!



Acaba kafamı nerde düşürdüm,

” şeklinde telaşla hafızasını yokladı. “

Yenikapı'da olamaz. Yenikapı ruhu bana çok iyi gelmişti. Hatta ilk kez başımı yastığa rahat koymuştum. Artvin saldırısında da olamaz. Orda yara almadım, sadece uyarı aldım. Bass'la görüşmemde olabilir mi? Neden olsun ki? Dediklerini aynen yapıyorum işte… Ne yapsam, kafamı nerde düşürdüğümü kime sorsam?.. Başdanışmanım Fatih Gürsul'a da soramam ki, adam ByLocktan içeri düştü… Zaten ne geldiyse başıma FETÖ'cülerin yüzünden geldi… Yerin dibine batsın koltukları…



Birdenbire “

zınk

” diye durdu.



Kendi kendine, “

Lan?!!

” dedi, “

madem kafam kayboldu, onu arayan kim

?”



Akıl yürütmeye koyuldu: “

Kafamı kaybetmiş olamam, olsam zaten arayamam… Hem buldum diyelim, bulduğum kafanın benim olduğunu hangi kafayla bileceğim…



Uygur bilgelerinden

Vapşı Bakşı

'nın, bilinçli olmakla kafa taşımayı eşitlediği “

Gönlün Aslını Öğreten Kitap

” adlı eserindeki ayna metaforundan esinlendiğim bugünkü yazı yolculuğumuzun da sonuna geldik.



Evet, her insanın omuzları üzerinde bir kafa taşıması şarttır.



Kafa, yani bilinç…


#Günter Grass
#FETÖ
#Kemal Kılıçdaroğlu
#Teneke Trampet
7 yıl önce
Dikkat: Bu yazı 18 yaşından küçükler için sakıncalı olabilir!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle