|
Arı, bal ve mucizeden İslâmcılık tartışmalarına


1980’li yıllarda bazı dinî gruplar, doğada meydana gelen birtakım hadiselerle ilgili yeni bir açıklama modelini piyasaya sürmeye başladı. Bu modele göre arıların bal yapım sürecinde, elmanın göbeğinde, kelebeklerin kanadında yaratılıştan gelen olağanüstülükler vardı ve bunların kendi başına ortaya çıkması mümkün değildi. Bunlar mucizevî olaylardı ve yaratıcının varlığına işaret ediyordu. O dönemi yaşayanlar yaratılış mucizesi gibi kavramların revaçta olduğunu hatırlayacaktır. Sadece bu tarz konuların işlendiği kitap ve dergiler çıkmaya başlamıştı. Böylelikle evrim ve yaratılış teorilerinin karşıtlığı üzerinden kendini yeniden inşa eden gruplar çok daha dinamik bir mücadele dönemine geçiş yapmışlardı. Dikkat edilirse bu yeni ayrışmanın Batı’da ortaya çıkan karşıtlıkların bize taşınmasından ibaret olduğu görülürdü fakat Türkiye’nin o dönemki dinamikleri buna izin vermiyordu. Aynı dönemde İslamcı hareketlerin genel olarak yaratılıştan gelen mucizeler temelinde bir düşünce faaliyetine değer verdiğini söyleyemeyiz. İki yaklaşım arasındaki farklar çok barizdi. Peki, bir ayrışma mı yaşanıyordu yoksa geçmişten gelen bir karşıtlığın yeni bir biçimi ile mi karşılaşılıyorduk? Sorunun yönünü geleceğe çevirmek de mümkündür: O dönemde yeni bir düşünme biçiminin temelleri mi atılmaktaydı?

Ayrışma, geçmişin yenilenmesi veya geleceğin temellerinin atılması gibi başlıklar altında ayrı ayrı inceleyebileceğimiz yeni oluşumlar üzerinde o dönemden bu tarafa ciddî çalışmalar yapıldığını söyleyemem. Sadece yeni dinî hareketler bağlamında birtakım akademik çalışmaları istisna tutuyorum. Hâlbuki yaratıcının varlığına işaret eden mucizeleri bulup çıkarmaya yönelik yayın faaliyetlerinin neredeyse tamamı Batı’dan beslenmekteydi. Kabaca söylersek bilim ve din arasındaki karşıtlık ortadan kaldırılıyor, yeni bir açıklama modeline alan açılıyordu. Bugün artık bahsi geçen yayın faaliyetlerini yeni bir akımın içinde değerlendirmek gerektiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Yukarıdaki soruları anlaşılır bir şekilde cevaplayabilmemiz için bu yeni akım tespitini öne çıkarmak zorundayız. Çünkü bu yayın faaliyetlerinin tezahürlerini ve yansımalarını hemen her alanda görebiliriz. Amacım dinî hareketler temelinde yeni tartışmanın veya ayrışmanın fitilini ateşlemek değildir. Aradaki farkların ve hatta karşıtlığın arızî ve dönemsel olmadığını tespit etmemiz gerekir. Bu, İslamcılık tartışmalarına da yeni bir boyut kazandırabilir. Zira Türkiye’de İslamcılık düşüncesine yönelik eleştiriler -cı, -ci ve -cılık, -cilik eklerine sıkıştırılmıştır. Böylesi bir sonucu da konunun cahili olmakla açıklayamayız. Aradaki farklar bugünkü tartışmaların anlaşılması bakımından da son derece önemlidir.

Yaratıcının varlığına işaret eden mucizeleri bulup çıkarmaya yönelik yayın faaliyetleri Batı kaynaklıydı. Kuşkusuz yeni gruplar kitap ve dergilerle kitlesel bir etkiye ulaştıkları gibi yeni içeriklerle varlıklarını geleceğe taşımaktaydı. Bu sürece dâhil olan grupların faaliyet alanları ayrı ayrı takip edilmeden bugünkü tartışmalar tam olarak anlaşılmaz. Hâlbuki oldukça hareketli bir mücadeleye tanık olunmaktaydı fakat heyecan verici hikâye tam olarak ortaya çıkarılmadığı için karşıtlığın taraflarını tespit etmek ve göstermek mümkün olmadı. Dolayısıyla kendini geleceğe taşıyan anlayış biçimlerinin yeni sürümlerini fark etmek de mümkün olmuyor. Bununla koşut olarak çok tuhaf bir şekilde tekrar tekrar laik-antilaik karşıtlığına hayat veriliyor. Biri görünmezken diğerinin varlığı göze batacak kadar öne çıkıyor. Bunun bir sonucu olarak aşı, kan ve yalıtılmış hayatlarla ilgili tartışmaların bağlamı tam olarak tespit edilmiyor. Oysa bunlar tarafların konumlarını belirlemek için son derece önemlidir.

Tarafların konumunun belirlenmesi siyasî karşıtlıkların anlaşılması açısından da son derece kıymetlidir. Çünkü yukarıda belirginleştirmeye çalıştığımız karşıtlıklar, siyasî alanda da karşılık bulmaktadır. Bu şartlarda birtakım tarihî hadiselerle ilgili sonu gelmez tartışmalara her dönemde niçin yeniden hayat verildiği sorusuna daha açık cevap verebiliriz. Belirli grupların bugünkü siyasî tercihleri tarihî olaylarla ilgili tutumlarıyla ilginç bir şekilde uyum içindedir. Bu bağlamda örneğin Lozan Antlaşması gibi siyasî olayların grup kimliklerine payanda yapılması kendi başına anlaşılacak bir durum değildir. Daha geniş bir bağlam hadiselerin anlaşılması açısından oldukça önemlidir. Dikkat çekici olan ise tarihî hadiseleri grup kimliklerine payanda yapanların tutumunun önemsenerek en üst seviyede tartışılmasıdır. Muhtemelen onlar da grup kimliklerini önemsiyor.

#Aktüel
#Siyaset
#Selçuk Türkyılmaz
10 ay önce
Arı, bal ve mucizeden İslâmcılık tartışmalarına
Kafayı sıyırmak
Orta yol doğru istikameti gerektirir
Korksak mı?!
Londra izlenimlerim, beklentiler ve riskler
Türkiye’nin enerjisi