|
Bugünün Lord Byronları kimler?

Eğer Aydınlanma dönemi, Fransız İhtilali, demokratik fikirler ve modernleşme gibi Avrupa düşünce tarihi merkezli bir sıralama yapılırsa, tarihimizin çok önemli meselelerini kendimize özgü bir bakış açısından görmemiz zorlaşır. Hatta çoğu zaman yaşadığımız dönemleri belirleyen olayları anlamak imkânsız hâle gelir. Çünkü hadiseler ile aramıza perdeler girer. Öğrendiğimiz sıralama, muhakkak, Avrupa düşünce tarihini anlamak için anlamlı bir çerçeve sunmaktadır. Benzer bir durum edebiyat tarihi için de geçerlidir. Klasisizm, romantizm, realizm ve parnasizm sıralamasının Avrupa’da veya daha özel olarak İngiltere, Almanya ve Fransa’da edebiyat sahasında meydana gelen değişimleri anlamak için anlamlı bir çerçeve sunduğunu söyleyebiliriz. Fakat her iki sıralamayı takip ettiğimizde Avrupa ile ilişkilerimizde ortaya çıkan sorunları anlamamız zorlaşır. Özellikle kendi tarihimizden hareketle birtakım soruları gündeme getirdiğimizde cevap bulamadığımızı veya kendi tarihimize onların gözüyle baktığımızı fark ederiz.

Kendi tarihimizin meselelerine onların gözüyle bakmak birkaç kavramı ödünç almak anlamına gelmez. Örneğin Mora Yarımadası’nda başlayan olayların Osmanlı karşısında umumî bir isyana dönüştüğü süreçte İngiliz, Fransız ve Alman romantiklerinin Yunanistan’ın yanında yer almasını Romantik akımın üslup özellikleri içinde mi ele almalıyız yoksa bu, Romantiklerin idealizmi ile mi açıklanmalı? Eğer bu sorulara yukarıdaki sıralamalar çerçevesinde cevap bulmaya çalışırsak Doğu, Müslüman ve Türk hakkında birçok kavramın doğuşuna zemin hazırlayan olayları Avrupa merkezli olarak görmekten kurtulamayız. “Yunan İsyanı” veya “Yunan Bağımsızlık Savaşı”nı tercih etmemiz sıradan bir adlandırma farkından kaynaklanmaz. Romantikler klasisizmin evrenselciliğine karşıtlık oluşturmuşlardı fakat on dokuzuncu yüzyıla damgasını vuran millî edebiyatlar bizim için evrensel hakikatlere açılan pencerelerdi. Lord Byron, hakikatte, kimdi? Bernard Henri Levy’yi tarihte kime benzetebiliriz? Daha da ileri bir soru sorabiliriz: Michael Rubin, bağlı bulunduğu görüşler itibarıyla romantik mi, realist mi, parnasyen midir?

Herhangi bir Türk entelektüelinin “Lord Byron’ı bedbaht eden melal”den bahsetmesi elbette Batı edebiyat tarihi açsından çok da anlamlı bir hadise değildir fakat on dokuzuncu yüzyılı emperyal çağ olarak tanımladığımızda bizim açımızdan büyük bir farklılığın ortaya çıkacağı aşikârdır. Avrupalıların Osmanlı, Türk ve Müslüman imgesi bu yüzyılın başından itibaren büyük oranda değişmiştir. Avrupa edebiyatında Doğu ve Türk karşısında bu yüzyılın başından itibaren geçerli olan yeni bir güven duygusundan bahsedebiliriz. Yunan İsyanı bu değişimin adeta uygulama sahasıdır. Fakat Türk entelektüelinin, Avrupa edebiyat ve düşünce tarihinin Osmanlı karşıtlığı ile şekillenen kavramlarını içselleştirmekte bir sakınca görmemesi bize ait bir sorundur. Bu, siyaset erbabı için de fazlasıyla geçerlidir. Tahta geçişinin üzerinden yüz elli yıl geçmesine rağmen II. Abdülhamit’e hâlâ “despot, müstebit, kızıl sultan” gibi yakıştırmalardan medet uman siyaset erbabı varsa içselleştirme sürecinin devam ettiği de açıktır. Peki, bu sorunu nasıl tanımlayabiliriz? Batılılaşama sürecinin devamı mı söz konudur yoksa yeni kolonyalist yayılmacılığa mı odaklanmalıyız?

Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi siyasîlerin “yerli ve millî” kavramlarından tiksinti duymalarıyla “Lord Byron’ı bedbaht eden melal”den başlarının dönmesi arasındaki bağlantıya odaklanmak zorundayız. Bunların etrafında şekillenen düşünce ve edebiyat anlayışı ile II. Abdülhamit’e başkalarının ağzıyla kızıl sultan diyenlerin yaklaşımı arasında mahiyet itibarıyla bir fark olmadığını söyleyebiliriz. Azınlıkçı ideolojilerin etkisini yabana atmamak gerekir fakat daha derinlerdeki ilişki ağları da dikkate alınmalıdır. Aydın yabancılaşmasından değil, örgütlü ilişkilerden bahsediyoruz.

Yunan İsyanı başladığında savunma durumundaydık. O zaman ABD de dâhil olmak üzere Batı Avrupa devletleri isyana destek vermişti. Avrupa’da Osmanlı ve Türk aleyhine büyük bir kamuoyu oluşmuştu. Victor Hugo, Parnasyenlere ilham veren “Les Orientales” adlı kitabını bu heyecan atmosferinde yazdı. İki yüz yıl sonra Miçotakis’in aynı ortama yeniden hayat vermek istediği çok açık. ABD meclisinde yaptığı konuşma bunun bir göstergesidir. Fakat bugün 1820’lerin Türkiye’sinde değiliz. Bu sebeple muhalefetin yanlış hesap yaptığını söyleyebiliriz.

#Lord Byron
#Fransız İhtilali
#Victor Hugo
2 yıl önce
Bugünün Lord Byronları kimler?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle