|
Bitti m’ola Şam ilinin hurması

Refik Halit Karay, koca imparatorluk coğrafyasının dağılma ve birbirinden kopma sürecinin acılarını Eskici adlı hikâyesinde anlatmıştır. Babası ve annesini kaybeden çocuğu İstanbul’dan gemiye bindirerek Filistin’deki halasına gönderirler. “Vapur rıhtımdan kalkıp tâ Marmara’ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yolcuyu geçirmeye gelenler, üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi ferahladılar.”



Cümlede geçen “üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi” ibaresi yüz yıl önce coğrafyamızda meydana gelen kopuşun acılarını anlatır. Dramatik bir kopuş yaşanmıştı; Çanakkale’de Kut’ta, Kanal’da, Gazze’de ve Bakû önlerinde sırt sırta çarpışan ve aynı mezarlığa defnedilen kahramanların çocukları yüz yıl süren bir uzaklaşma yaşayacaktı. Eskici’nin Hasan’ı İstanbul’dan uzaklaştıkça değişen şartlara uyum sağlamakta zorlanır ve gittikçe suskunlaşır. Çocuğun giderek suskunluğa gömülmesi etkileyicidir. Farkında olmadan İstanbul’dan kopartılan Filistin, Suriye, Irak’ın hikâyesini okuruz. Falih Rıfkı’nın Zeytindağı adlı eserindeki Allaha Ismarladık başlıklı bölüm de kopuşun şiddetini anlatır.

Coğrafî kopuş şiddetliydi ve yirminci yüz yıl bizim mağlubiyetimiz üzerine kuruldu. Bu savaşın gerçek mağlubu bizdik. Geçen yüz yılda tam aksini iddia etsek de kayıplarımız mağlubiyetimizin büyüklüğünü gösterir. Bu savaştan çok kısa bir zaman önce Balkanlardan başlamak suretiyle Basra Körfezi’ne kadar uzanan bir demir yolu hattı inşa ettiğimizi düşünürsek kaybın büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Aynı yıllarda Hicaz’a kadar ulaşan diğer bir hattı da inşa etmiş olmamız hatırlanmalıdır.

Yirminci yüz yıl boyunca kendi coğrafyamızdan uzaklaştık. Balkanlar, Arap yarımadası, Kuzey Afrika ve Kafkaslarla ilişkimiz çok sınırlıydı. Fakat coğrafya ve tarih bir kadermiş. Yüz yıl önce İstanbul’dan gönderdiğimiz anasız babasız çocuk, çöl deryasında kaybolup gitmemiş. BM görüşmeleri çıkmaza girince gazeteciler Aliya İzzetbegoviç’e ne yapacağını sordu. O da, İstanbul’a gideceğim, dedi. Bundan başka bir cevabı yoktu, çünkü yaslanabileceği başka bir dayanak yoktu.

İstanbul, Devlet-i Aliye’nin başşehriydi. Balkan Savaşları’nda binlerce muhacir İstanbul’un yolunu tuttu. Fatih Kerimi, eğitimini Mülkiye’de tamamlamış bir Kazan Türk’üydü. 1912’de Orenburg’da yayımlanan Vakit gazetesini temsilen İstanbul’a muhabir olarak gönderilmişti. İstanbul Mektupları’nda İstanbul camilerinde barınmak zorunda kalan muhacirlerin hayatları da anlatılmıştır. Keşke okunsa Anadolu’nun, İstanbul’un manası daha iyi anlaşılsa.

Fatih Kerimî, coğrafî kopuşun şiddetini çok kalıcı bir şekilde anlatmıştır. Benzer kitapların sayısı sınırlı olsa da öğrenmek isteyenler için yeterlidir. Zağra Müftüsü’nün Hatıraları ilk akla gelen eserlerdendir. Bitmez tükenmez bir kayıplar silsilesi vardı. Sonuncusu 93 Harbi ile başlıyordu.

Coğrafî kopuş çok şiddetli bir sarsıntının eseriydi ve yeni sarsıntılara yol açtı. Şimdi ise coğrafya ve tarih bize kendini yeniden bir kader olarak dayatıyor. Fakat bu sefer yeniden bir araya gelmenin sancılarını yaşıyoruz. Doksanların başından itibaren yaşadıklarımız da bundan ibarettir. Yine Balkanlar, Kafkaslar, Arap Yarımadası, Mısır ve Kuzey Afrika’nın diğer parçaları… En son yaşadığımız Türk ve Müslüman göçünü başlangıç noktası kabul edersek tam otuz yıldır yeniden “hicret” olgusu ile yüzleşiyoruz.

Doksanlardan sonra ülke hâlinde büyük değişimler yaşadığımızı inkâr edemeyiz. Bulgaristan Türklerinin büyük sürgünü ile başlayan yeni dönem bizi derinden değiştirdi. Coğrafyaya sahip çıkma isteği ve zorunluluğu ile doksanların başından itibaren yaşadığımız millîlik ve yerlilik bağlamındaki değişimleri birlikte düşünmek gerekir. Erbakan Hoca’nın mitinglerine misafir olarak katılan coğrafyanın bekçilerini hatırladığımızda coğrafyaya sahip çıkma yönündeki değişimler daha iyi anlaşılır.

Türkiye’nin Suriye bağlamında yaşadığı hadiseleri aynı çerçevede ele almak gerekir. Yüz yıl önce Halep başka bir ülkenin şehri değildi. Şam, İstanbul ve Üsküp farklı ülkelerin çocukları değildi. Bütün yemekleri, giysileri ve türküleriyle bizim şehirlerimizdi. Onun için Karacaoğlan demiştir:

“Bitti m’ola Şam ilinin hurması

Gitti m’ola ala gözün sürmesi

Bağdat’ın Basra’nın telli turnası

(Hama’nın Humus’un telli turnası)

Turna yardan haber geldi eylenme”

Sancılı ve sarsıcı değişimler yaşadığımızı kabul ediyorum. Fakat bu değişimleri, biz istediğimiz için yaşıyoruz. Coğrafyamıza, vatanımıza sahip çıktıkça küresel güç odakları bundan rahatsız oluyor. Bunun bir döngü oluşturduğunu görmemiz lazım.

#​Refik Halit Karay
#Karacaoğlan
5 yıl önce
Bitti m’ola Şam ilinin hurması
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon