|
Hafter neden Fransa’dır?

Birinci Dünya Savaşı’nda yaşadığımız mağlubiyetten sonra yani büyük bir devleti kaybettikten sonra yeni bir kimlik inşa etmek ve bu kimliğin etrafında toplanmak için çok zaman geçirdik. Bu sürecin tamamlandığını ve bütün defterlerin kapandığını iddia edemeyiz. Geniş tabanlı bir uzlaşma söz konusu olmadığı için toplumsal yarılma devam etti. Toplumsal yarılmayı kimlik eksenli olarak görmek gerektiği hâlde süreci kutuplaşma gibi geçici siyasî tutumlara indirgeyenler ağırlıktadır. Oysa hâlâ mağlubiyet sonrası farklı kurumsallaşma modellerinin meydana getirdiği zıt kimliklerle şekillenen bir sosyal yapıya sahibiz.

Özellikle sağ siyaset yeni bir kimlik inşa etme konusunda, çoğu zaman liberal bir tutumun ötesine geçemediği için temsil sorunu yaşadı. Üstelik bu siyasetin içine giren grupların iktisadî merkezin alışkanlıklarına göre değişim yaşaması yerli ve millî bir kimlik açısından oldukça sorunlu bir ortam meydana getirdi. Dinî gruplar arasından çıkan bağımlı yapıların sağ siyasetin liberal ortamında güçlenmesi oldukça önemlidir. Türkiye’de bu süreçlerle ilgili çalışmalar genelde ideolojik bir açıdan ele alındığı için çok boyutlu ilişkiler tam olarak görülememiştir. Rahmetli Necmettin Erbakan’ın 1969’da kurduğu Millî Nizam Partisi, siyasî olarak “üçüncü yol”un imkânlarını göstermesi bakımından bir ilktir. Bu hareketi muhakkak mağlubiyet sonrası oluşan siyasî, iktisadî, kültürel alanlarda yeni bir kimlik inşası olarak görmek gerekir.

Millî Nizam Partisi bir modeldi ve bütün İslam dünyasında yankı uyandıracaktı. Özellikle Akdeniz’i kuşatan İslam coğrafyasında benzer süreçlerin yaşanmaya başlamasını önemsemek gerekir. Filistin gibi bir küçük örnekte dahi Millî Nizam Partisi etkisini görebiliriz. Suriye, Irak, Filistin, Mısır, Libya, Tunus ve Cezayir’in Türkiye ile sürekli bir temas halinde olduklarını unutmamak gerekir. Cezayir’de İslamî Selamet Cephesi’nin Ulusal Kurtuluş Cephesi’nden sonra üçüncü yol mesajını vermiş olmasını tesadüflerle izah edemeyiz. Bizde mağlubiyet sonrasında oluşan yapının bir benzerinin kolonyalizm sonrası Cezayir siyasî hayatına yön verecek olması önemli bir gelişmeydi.

1990’ların başında Akdeniz’i kuşatan İslam coğrafyasında yerli ve millî yapıların çok güçlü bir şekilde ortaya çıkması Batı’da “siyasal İslam” tartışmalarını başlattı. Çok tanınan oryantalistlerin daha doğum aşamasında siyasal İslam’ın ölümünü ilan etmiş olmaları bir niyet beyanından başka bir şey değildi. Dikkat çekici olan ise millî ve yerli yapıların demokrasi tartışmalarına boğulmasıydı. Önlerinde çözülmesi gerekli dağ gibi birikmiş sorunlar olmasına rağmen bu yapıların çok yoğun bir demokrasi tartışmasına boğulmuş olmasını hâlâ bir sorun olarak tanımlayabilmiş değiliz. Eğer öyle olmasaydı, Ömer Lekesiz’in işaret ettiği “gerzo”lar “geriliğimize” bir deva bulmak için “demokrasi ve İslâm” konulu tartışmalara girmezdi.

Fransa, 2011’de Libya’yı alelacele bombaladı. Bugün Fransa için bunun bir hata olduğu söyleniyor. Aynı Fransa’nın 1991’in sonunda İslamî Selamet Cephesi’ne yönelik darbesi de konuşulmalı. Bugünkü Cezayir, Tunus, Libya ve elbette Mısır’ın siyasî gerilimlerini post kolonyal dönemin askerî darbelerini görmeden anlayamayız. Türkiye’den başlamak üzere bütün Akdeniz’i kuşatan İslam ülkelerinde mağlubiyet ve kolonyalizm sonrasında muazzam bir dinamizme işaret eden gerilimler, üretken bir süreç yaşandığını gösteriyor. Fransa’da olduğu gibi sömürgecilik dönemlerinin alışkanlıklarından sıyrılamamış “çağ dışı” yönetimler, Kuzey Afrika’nın bağımlılık sürecinin devamı için her türlü gayr-i ahlakî müdahaleyi yapabiliyor.

Millî Nizam Partisi ile başlayan bir sürecin sadece Türkiye’yi dönüştürmediğini görmek gerekiyor. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in de benzer bir modeli hayata geçirdiğini unutmamak gerekir. Aynı şekilde Abbasî Medenî birtakım farklılıklarla birlikte yeni bir soluktu. Kaderin bir cilvesi olarak hepsi Akdenizliydi ve çok ağır müdahalelere maruz kaldılar.

Zamanında Erbakan ile yolları asla kesişmemiş fakat 90’lı yıllarda sürece müdahil olmuş grupların “Batı demokrasileri ve hukuk” şemsiyesi altında yeniden bir karşıtlık ürettiklerini görüyoruz. Benzer gerilimler yukarıda saydığımız ülkelerde de yaşanıyor. Hafter’i Fransa olarak görmekte bir sakınca yok. Charles de Gaulle, Fransa’nın Cezayir’de işlediği insanlık suçlarına karşı çıktığı için eleştirilen Sartre’ı “Sartre Fransa’dır” diyerek sahiplenmiş ve zevahiri kurtarmıştı. Bugün Charles de Gaulle’ün sözünü şu şekilde söylemek lazım: Hafter Fransa’dır. Yani sömürü, kolonyalizm, katliam ve terör!

#Birinci Dünya Savaşı
#FETÖ
#Millî Nizam Partisi
#Aliya İzzetbegoviç
4 yıl önce
Hafter neden Fransa’dır?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle