|
Muhafazakâr muhalif Türkiye’nin mücadelesine niçin inanmıyor?

Ahmet İzzet Paşa, Feryadım adıyla yayımlanan hatıratında Osmanlı’nın son dönemlerine dair oldukça önemli cümleler sarf etmiştir. Bu cümlelerden birinde gerekli önlemler alınsaydı Osmanlı çökmezdi, demiştir. Yirminci yüz yıl boyunca bizde oluşan genel kanaat bu cümle ile uyuşmuyordu. Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesi zorunlu bir sonuç olarak öğretildi, biz de böyle düşünmeye alışmıştık.



Ahmet İzzet Paşa’nın cümlesi beni etkiledi. Geriye dönme şansımız yoktu elbette ama hadiseleri başka türlü değerlendirmenin de kimse için bir sakıncası yoktu. Osmanlı’nın veya Türk-İslam dünyasının çöküşü, gerilemesi gibi kavramlar üzerinden Doğu’nun zihin dünyasına egemen olduklarını fark ediyorduk fakat bir çıkış yolu bulmak çok kolay değildi. Hâlbuki en azından bizler, zaferi ve yenilgiyi cilve-i talih olarak gören bir geleneğe sahiptik. Batı ile bin yıla varan bir mücadelenin geleneğine sahiptik. Zihnen teslim olmamak gerekiyordu.

Ahmet İzzet Paşa, birtakım önlemler alınsaydı ile başlayan yargısını dile getirirken kişisel hatalara dikkat çeker. Ona göre tarihî sorumlulukları olan kişiler, kendilerinden beklenileni yapmamışlardı. Yüz yıl sonra Ahmet İzzet Paşa’yı kendi şartları içinde değerlendirmeye çalıştım. O, Osmanlı’nın görkemli zamanlarının özgüvenine sahip olduğu için hâlâ bir şeyler yapabileceklerine inanıyordu. Batı ile mücadelenin inişli çıkışlı zamanları olduğunu biliyordu. Ona göre, birçok olumsuzluklara rağmen, Osmanlı hâlâ çok önemli bir güçtü. Bugünden geriye baktığımızda Paşa’nın haksız olmadığını söyleyebiliriz. Osmanlı son anına kadar varını yoğunu mücadele sahasına sürmüş, “din, vatan, namus” gibi kavramların hakkını vermişti. Onları büyük yapan da buydu.

19. yüz yılda, yani Osmanlı’nın son asrında büyük atılımlar yapılmıştı. Fakat bu dönemde Batı, neredeyse bütün coğrafyalara hâkim oldu. Batı’nın dinamizmi en üst seviyedeyken biz, kendimize olan güvenimizi de kaybetmeye başladık. Batı’nın üstünlüğü fikri bizi teslim almaya başladı. Hâlbuki Tanzimat’tan itibaren bu teslimiyete karşı söylemsel önlemler alınmıştı fakat yeterli olmadı. Teslimiyetin yukarıdan aşağıya doğru bir seyir takip ettiğini biliyoruz. Buna rağmen Osmanlı’nın Birinci Dünya Harbi’nde cephelerde gösterdiği mukavemet zihinlerde yaşanan çöküşle müsavi değildir. Millî irade kavramı bunun için çok önemlidir. Bunun da aşağıdan yukarıya doğru bir seyir takip ettiğini söyleyebiliriz. Yirminci yüz yıl düşünce tarihimizi bu açıdan ele almakta fayda olduğu açıktır. Bu, tarihî bir çatışmadır ve fikir dünyamızı belirleyen faktörlerden biridir.

Münevveri ve bürokratı teslim olan bir toplum elbette kendine gerekli olan fikirleri bulabilir ama bu çok daha uzun ve yorucu bir yolculuktur. Yüz yıl sonra fikirler yine aşağıdan yukarıya doğru bir seyir takip ediyor. Millet inanıyor ve ülkesini yalnız bırakmamak için varıyla yoğuyla durması gerekli olan yerde duruyor ama münevveri Batı’ya ve onunla iş tutanlara inanıyor. Batı’nın bizi zihnen teslim aldığı dönemlerin etkisi hâlâ devam ediyor. Geçmişte bu gerilimi ilericilik-gericilik, laik-dindar, yenilikçilik-muhafazakârlık çerçevesinde yaşamıştık. O zaman bir şekilde izah etmek mümkündü fakat günümüzde teslimiyetin adresi değişti.

Osmanlı Batı ile ve kendi varlığına yönelmiş diğer tehditlerle mücadele ettiğine inanıyordu. Onun için mücadeleden ve kimliğini yeniden inşa etmekten alıkoyacak bütün engelleri kaldırmaya çalışıyordu. Dinimizde bir sorun yoktur, sorun bu dini anlamayan Müslümanlardadır, şeklindeki yaklaşım söylemsel bir müdahaleydi. İnsanlar dinlerinden şüphe duymaya başlamıştı çünkü dinin gerilediği bir çağda yaşıyorlardı. Diniyle sorunu olmayanlar bu çağrıya kulak verdiler. Müslüman kalarak yenilenme fikrini ancak bu şekilde izah edebiliriz. Oysa günümüzün muhafazakâr aydını milletin mücadele içinde olduğuna inanmıyor ve ısrarla Türkiye’ye yönelik herhangi bir saldırı veya tehdit olmadığını dile getiriyor. Muhafazakâr muhalefet unsurlarının böyle bir fikre öncülük ettiğini belirtmeliyiz.

Bu çevrelerin Türkiye merkezli büyük sarsıntılara ve küresel mücadeleye örnek olabilecek diğer krizlere Batı’nın gözleriyle bakmaktan çekinmedikleri de anlaşılıyor. Millîlik ve yerlilik gibi kavramlardan rahatsızlık duymaları da bundandır. Bu yeni kavramların da yüz yıl önce olduğu gibi aşağıdan yukarıya doğru seyir takip etmesi çok anlamlıdır.

Hâlbuki Türkiye, büyük bir değişim geçiriyor. Bu değişimin uzun bir zamana yayılacağı anlaşılıyor. Bu değişimin aynı zamanda bir arayış olduğunu da söylememiz gerekir. Başkanlık sistemine geçiş bile başlı başına büyük bir değişimdir. Sarsıntıların olmasını da tabiî karşılamak gerekir. FETÖ örneğinde olduğu gibi vesayet sisteminin payandaları birer birer çöküyor.

#Ahmet İzzet Paşa
#Osmanlı
#Hatırat
#Feryadım
5 yıl önce
Muhafazakâr muhalif Türkiye’nin mücadelesine niçin inanmıyor?
Nastasya Filippovna"yı niçin öldürdüler?
Yeni anayasada neler yer almamalı
Yeni Anayasa"da Neler Yer Almamalı - (2)
Ahlâk geçirmez Anayasa
Anayasa nasıl yapılacak?