|
Hüküm Allah’ın…

Vefatından bir buçuk ay kadar evveldi, Bosna’dayız. Bir program vesilesi ile geleceğini öğrendim, aradım: Sabah beraber bir börek yesek olur mu? Eyvallah dedi, saat dokuzda Başçarşı’da olurum. Kırmazdı, söz dinlemeyi öğrenebildikse ondan öğrendik. Küçük bir çocuk bile doğru bir şey dese, ‘eyvallah’ der, peşinden tebessümle ilave ederdi: Ben söz dinlerim! Söz dinleyenin sözünün dinleneceğini bilirdi. Şimdilerde oğlumun kalbine emanet ettiğim söz yine ondandır ve bu bahse dairdir: Dinle ki dinlenesin!

Saat dokuza doğru gittim börekçiye, oturdum bir çay söyledim. Biraz sonra geldi, salına salına, biraz yorgun, biraz benzi sarı, biraz mahzun ama her zamanki gibi vakur ve endamlı. Öyleydi, bazı yurtdışı seyahatlerinde resmî bir merasimin içinde yer aldığı vakit oranın ahalisi sorardı: Beyefendi hangi ülkenin devlet başkanı? Gönül ülkesi diyemedik hiç, tebessüm ettik, o kadar. Kalktım ellerinden öptüm, estağfirullah dedi kaçırmaya çalışarak elini mecalsizce. Karabatak zamanlarımda kaçırır, öptürmezdi, eliyle yavaşça vurur avcumun içine, o kadar; ama laf ebesi zamanlarım gelince, öptüm hep, kaçırmadı.

İlk tanıştığımız yıllarda telefon açtığım zaman tatlı bir sitemle takılırdı: Oooo karabatak… İşin düşünce ararsan adın karabatak olur tabi. Ama son birkaç senedir program çekimleri vesilesiyle hemen her hafta görüşmeye başlayınca karabatak demez oldu ta ki vefatından birkaç gün önceye kadar. Yurtdışından dönmüşüm, hazret hastaneden taburcu olmuş, devlethaneye gidesim var ama seyahatten geldik, bir sürü insanla muhatap olduk, zararımız dokunmasın, hele biraz zaman geçsin diye gitmiyorum. Akşama doğru arabadayım telefon çaldı: Karabatak nerelerdesin?

Hoşuna giden, akıl dolu bir cümle duyunca ‘laf ebesi’ der peşinden ilave ederdi: İyi ki avukat olmamışsın, avukatlar işsiz kalırdı! En son ‘laf ebesi’ni sanırım ameliyatından önceki gün duydum. Efendim dedim, rivayet o ki veliler Allah’ın verdiklerinden razı oldukları için kendileri için bir şey isteyemezlermiş, siz şimdi kendi sıhhatiniz için dua da edemezsiniz. Elinizi açıp deyin ki: Ya Rabbi ben razıyım ama sevenlerim mahzun olacak bana şifa ver! Güldü, peki dedi, peki laf ebesi...


Başçarşı’da iki güzel börekçi var, birini ben severim birini o. Onun börekçisinde oturduk, börekleri söyledik, bir parça aldı ama yiyemedi. Bizim Orhan biraz gecikti, oturduğumuz yeri arayarak yanımızdan geçerken takıldı ona: Orhan nereye gidiyorsun? Kalktık bir çay içelim diye başka bir yerde iskemlelere oturduk. Tebessüm etmeye çalışsa da gözler mahzun, dik durmaya çalışsa da yorgun, bir şeyim yok dese de benzi sarı… Bir fotoğraf çektim, baktım gözlerinde alışık olmadığımız o hüzün yine var, canım sıkıldı. Biraz keyfi gelsin diye, döveriz efendim dedim kim olduğunu söylemeniz yeterli. Değmez dedi, hem elin acır, kıyamam. Gülüştük. Ben nereden bileydim o hüznün niye olduğunu!

Bazı şeyleri biliyor insan ama bilmezden geliyor, bazı şeyleri seziyor ama inanmak istemiyor. Hangi ülkeye gittikse oradaki büyüklerin kabr-i şeriflerini ziyaret ettik, huzurlarında durduk, Efendi’de hem bir sevinç vardı hem de hüzün, ikisi bir arada. Seneler evvel geldiği huzura tekrar gelebilmenin neşesi, bir daha gelemeyecek olmanın hüznü. Bir türbeden çıkarkenki halini görünce yanımdaki arkadaşa dönüp demiştim ki: Allah hayırlı uzun ömür versin ama içim acıyor, bunlar sanki veda ziyaretleri gibi…

Abdulkadir Geylani efendimizin kabr-i şerifinin kapısında duruyoruz içeri gireceğiz, o sıra eğilip edeple eşiği öpen bir adamı gösterdi: Bak hacı! Bu adam derviş, meydan görmüş, usul biliyor. O adam eşik öptüğü için usul biliyordu ama ben edebi Seyyid Yahya Şirvâni Hazretlerini ziyaretimizde Efendide görmüştüm. Benim diyen delikanlının zorlanarak gireceği türbe-i şerife giriş ve çıkışındaki edep ve hürmetini asırlar geçse unutamam. Çıkınca dedim ki: Efendim, yetmişime gelir de Allah için koşturmaya devam edersem ve birisi bana bu enerjiyi nereden buluyorsun derse, ben ona bugünü anlatacağım! Hiçbir şey dememişim gibi yaptı, yaptığı gayet alelade bir şeymiş, sanki herkes öyle yaparmış gibi yaptı.


Benim seksenimi görmeden bir yere gitmeyecekti Ömer Tuğrul İnançer Bey hocam; sözleşmiştik güya, gel gör ki emr-i hak vâki oldu, el’hükm-ü lillah… Mekanı cennet, derecâtı âlî, menzili mübarek olsun.

Daha çok ziyaret edecek yer, eşiği öpülesi türbe vardı ama aldı başını gitti, şimdi türbesinin eşiğini öperek O’na gitmek varmış kaderde. Yazıları bazen ona okurdum ama bugün onu yazmak varmış kaderde. O kadar hatıra, o kadar nasihat, o kadar yadigar, o kadar emanet bırakarak gitti ki sevenlerine; hüzün büyük, yük ağır, yol kısa.

Mürîdânın, muhibbânın, ailesinin ve Rumeli’nin başı sağolsun. El-Fatiha…

#Başçarşı
#Abdulkadir Geylani
#türbe
#derviş
2 yıl önce
Hüküm Allah’ın…
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz