|
İşimiz Allah’a kaldı

Olması umuduyla gayret ettiğimiz bir iş için eldeki bütün zahir sebeplere sarılmamıza rağmen başarılı netice alamayacak gibi olduğumuz noktada boynumuzu büker ve deriz ki: İşimiz Allah’a kaldı. Oysa bütün işler her zaman hep Allah’a kalmıştır da biz bilmeyiz!

Gayret ettim oldu zanneder insan, çalıştım elde ettim zanneder. Bir şeyi eksik yaptığım için olmadı der; şöyle yapsaydım olacaktı, der. Bunlar bizim zavallı ve devâsâ zanlarımızdan başka bir şey değildir oysa. O dilerse olmayacaklar olur, o dilememişse olacaklar olmaz! Hesap bu kadar basittir de idrâki irfan ister. Olan ve olmayandan ne zaman bahis açılsa hayırla yâd ederim Ahmed Âmiş Efendi Hazretlerini. Buyururmuşlar ki: Olan olmuştur olacak olan da olmuştur!

İşlerin Allah dilemezse olmayacak olması ve olacağın da biz henüz farkında olmasak da aslında olmuş olması, insanın bir köşeye çekilip miskinlik etmesini gerektirmez. Çünkü biz bir şeyi oldurmaya değil kul olmaya geldik dünyaya. Seferden sorumluyuz zaferden değil, derken kast edilen biraz da budur. Savaş kaybedilse de Allah için can veren şehittir. Savaş kazanılsa da nefsi için çarpışan kaybetmiştir. Her bir iş Allah’a kulluk parantezine dahil olabildiği nispette ve neticesinden bağımsız bir şekilde kıymet kazanır.

Kula düşen vazife emredilenleri yapmaya nehy edilenlerinden kaçınmaya gayret etmektir. Ne ilkinin ne de ikincisinin hakkını kâmilen vermek mümkün değildir; zira Sübhan’a kul olmak çabası, kula noksanını itirafı mecbur kılar. O dilemezse insan ne emredilenleri yapabilir ne de nehy edilenlerden kaçınabilir. Peygamber-i ekber’in, bir ibadet edeceği zaman “Bu ibadeti bana kolaylaştır ve benden kabul eyle” niyazını sözün burasında tefekküre katık eylemeli. Sen kolaylaştırmazsan ben yapamam demektir bu; ve sen kabul etmezsen ben yapsam da bir işe yaramaz! Buradan ibadet ehline bir pencere aralanır. Namazdan misal verecek olursak, salat ehline düşen şöyle demektir: Sen bu huzura beni kabul etmeseydin ben çıkamazdım, sen kolaylaştırmasaydın ben gündüzleri işimi, sabahları uykumu bölemezdim, sen bu ikramı dilediğine verirsin ve ben bunu hak etmek için hiçbir şey yapmadım, yapamam; üstelik eğer kabul etmeyiverecek olursan bu yaptıklarımın da bir anlamı yoktur, lütfun karşısında mahcubum Yâ Rabbi.

Olduranın Allah olduğu bilinince ibadet edemeyenlere bakıp kibirlenmenin, günahkarlara bakıp hor görmenin de kapıları kapanır. Onu huzuruna almayan seni alıyorsa, sana düşen huzura alınmayanı hor görmek değil, seni huzuruna alana karşı mahcup olmaktır!

Nefs-i mutmainne’ye varana kadar ibadet etmek nefse rağmen yapılan bir şeydir, günahtan kaçınmak da öyle. Mutmainne, kaledir. Levvâme’nin bir yüzü mülhime’yle cilveleşir ama diğer yüzü emmâre’ye göz kırpar; mülhime bir yanıyla mutmainne’yle merhabalaşır ama diğer yanıyla levvâme’nin kapısını çalar. Mutmainne’nin tek yüzü vardır o da râdıye’ye bakar. Kulluk orada başlar, ibadetin hazzı orada verilir; günah, orada -gayretin ötesinde- bünyenin kabul etmeyeceği bir hale bürünür. Oradan sonrasında seyir ileri doğrudur geri dönüş olmaz. Peygamberimiz bu duayı böylece ederken hem Rabbine karşı tevazuunu ifade ediyor hem de ümmetine usul erkan öğretiyordur belki de. Nefs makamlarının en zirvesinde neresi varsa işte orayı mesken eylemiş bir peygamber, ‘bana kolaylaştır’ ve ‘benden kabul eyle’ buyuruyorsa emmâre civarında ömür tüketen bizlerin nasıl niyaz etmesi gerektiğini varın siz hesap edin!

Hiç işlemem dediği günahı an gelir işleyiverir insan, asla terk etmem dediği ibadeti terk ediverir. Bu işler ‘bana’ bakmaz pek, O’na bakar. Ben yaptım, ben yaparım dememeli; ben yapmadım, ben yapmam dememeli! İbadet söz konusu ise boyun büküp mahviyetle sen dilediğin için ben bunu yapabiliyorum, bana kolay eyle, beni bunda daim eyle, bunu benden kabul eyle diye samimiyetle yakarmalı insan. Günaha gelince, yine aynı şekilde sen beni esirgediğin için ben bundan uzak durabildim, beni bana bırakmadığın için yasakladıklarından kaçınabiliyorum, sen muhafaza eylersen günahtan uzak durabilirim diye niyaz etmeli.

İşimiz bize kalsa yanmıştık, hamdolsun ki O’na kaldı. İşi altmış altıya bağlamak diye bir deyim var hani; bir işi çözülmediği halde çözülmüş gibi göstermek manasına kullanılan. Altmış altı, ebced hesabı ile lafza-i celale tekabül ediyor. Bir insana ‘işi altmış altıya bağladın’ derken işi Allah’a bağladın, demiş oluyoruz. Allah’a bağlanmayan işten ne hayır gelir?

İnsan farkında olsa da olmasa da cümle işleri Allah’a kalır ve insan işi altmış altıya bağlayabildiği kadar kul olur!

#Allah
#Ahmed Âmiş Efendi
#gayret
#ebced
2 yıl önce
İşimiz Allah’a kaldı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle