|
İşte geldik gidiyoruz

“Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse

Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse.”

Doğduk, ağlayarak geldik dünyaya. Giderken gülümseyebilmek önemlidir. Yaşamaktan gaye de uğruna ölünesi dava da budur!

“Bu dünyada renk, lezzet, nakış ne varsa küsüm;

Gözümde son marifet, Azrail’e tebessüm.”

Son nefes, ah son nefes, öyle her yüze nasip olmaz son nefeste tebessüm. Kimisi arkada bıraktıklarını düşünüp ağlayarak, yahut gözleri açık gider dünyadan; kimisi varacağı yerdeki güzelliklerle kalbi huzur bulur, mütebessim bir çehre ile gider.

Şah-ı Nakşibend efendimiz buyurmuşlar ki: “Muameleler sona nispetledir.” Elbette ne yaşadın, nasıl yaşadın, nereden aldın, nereye verdin, ne yaptın ne ettin; bunlar da mühimdir ama son bir başka! Zira bir ömür yaşadığın her bir şey son nefeste gelir ve seni bulur. Aldığın dua, yaptığın iyilik, güldürdüğün yüz, kıldığın namaz, tuttuğun oruç, sevdiğin kimseler, teheccüdde döktüğün yaş; en son anda dilinde ne olacak, kalbinde ne olacak onu belirler. Tersi olmaz mı? Olur! İşlediğin günah, aldığın ah, savsakladığın ibadet, yediğin kul hakkı, üzdüğün anne baba, say sayabildiğin kadar… Onlar da gelir yapışır yakana son anda.

Peygamber-i Ekber buyurmuşlar: Yaşadığınız gibi ölürsünüz, öldüğünüz gibi diriltilirsiniz.” Nasıl ölmek istiyorsa öyle yaşamalı insan; nasıl diriltilmek istiyorsa öyle ölmeli. Yine Şah-ı Nakşibend efendimiz. Sormuşlar, “efendim insan nasıl olmalı? Cevap: Son nefeste nasıl olmak istiyorsa hep öyle olmalı! Diyeceksiniz ki: Gece gündüz, her anımızda Allah’ın razı olacağı halde olmak çok zor; insanız günahlarımız, zaaflarımız, hata, kusurlarımız var. Doğru! Ama şunu unutmayalım. İnsan Rabbinin hatırına, peygamberinin ikazı ve müjdesi hatırına elinden geldiği kadar gayret ederse umulur ki Allah da onun iyi bir zamanında gönderir ölüm meleğini. Azrail de emir kulu! Efendimizin çok ettiği dualardan birsidir, yeri geldi zikredelim: “Allah’ım ömrümün en hayırlı olduğu anını sonu eyle!” Çok etmek lazım bu duayı. Bir de ipucu verelim işin dertlilerine, Zâhid Efendi merhumdan. Dermiş ki Hazret: Ölmek istemediğiniz yerde bulunmayın! Çok güzel bir ihtar! Bir yer ki Azrail’le a.s. orada karşılaşmak istemezsin; hiç gitme oraya! Ne zaman geleceği belli değil zira!

Yazının başlangıcında iki güzel şiirini paylaştığımız Üstad’dan bir beyit daha:

“Büyük randevu bilsem nerede saat kaçta

Tabutumun tahtası bilsem hangi ağaçta”

Bir büyüğümden dinlemiştim, bir hoca trafik kazası geçirmiş, büyük bir kaza. Araba taklalar atmış, canlarını zor kurtarmışlar. Gelmiş Allah dostunun huzuruna, demiş ki: “Efendim o an aklıma geldi, ama Kelime-i şehadet getirmedim.” Hâlbuki öyle bir anda kelime-i şehadet getirmek çok mühimdir. İnsanın aklına gelmesi büyük nimettir. Akla gelir de dilin dönmesi lütf-u ilahidir. Dil de dönmeyebilir.

Mübarek demiş ki “Niye kelime-i şehadet getirmedin?”

Gülmüş, “Getirirsem ölürüm diye korktum efendim.”

Mehmet Çelik Hoca anlatmıştı “Bizim doğuda” diyor, “Babalarına Efe der bazı kimseler” Bir adamcağız varmış, kendi halinde ama dinle diyanetle pek alakası yok. Evlatları bir gün demişler ki: “Babacığım siz de bir hacca gitseniz ne güzel olur. Bak herkes Hacı baba diyor babalarına. Biz hala Efe diyoruz sana. Bizi de bir hacı baba evladı yapsan, hacca gitsen...”

“Oğlum ne işim var?” demiş. “Oralar sıcaktır. Ben yapamam öyle yerde, dokunmayın bana.”

Zar zor ikna edip hacca göndermişler. Adam sıcakta tavaf ederken ayakları mermere değdikçe, alnından terler süzüldükçe oğluna beddua ediyormuş. “Allah onun cezasını versin. Beni buralara gönderdi bu yaz gününde, bu çileyi çekiyorum onun yüzünden.”

Böyle bir adam, biraz saf, biraz ters. Gün gelmiş emri hak vaki olacak artık, yatıyor ölüm döşeğinde. Kan, ter içinde, dertle inliyor. “Vaay, oyy, ölüyorum!” Oğlu da başucunda durmuş, kelime-i şehadet telkin ediyor. Oraların ağzıyla, “Baba” diyormuş,“ Eşhedin getir” yani, bir kelime-i şehadet getir; Eşhedü en lâ ilahe illallah de!

“Baba bir Eşhedin getir, Baba bir Eşhedin getir.”

Adam dayanamamış, son gücünü toplamış, nefes nefese: “Hele” diyor “Eşek sıpasına bak, ben burada öliyem, o diyir eşhedin getir!”

Onu bunu bilmem; siyasetti, gündemdi, dövizdi, ekonomiydi, savaştı, hastalıktı, oydu buydu, ufak tefek anlamsız dertlerdi, hepsi gelir geçer ve insan geçmeyecek bir son durağa geliverir. Madem ki muameleler sona nispetledir ve madem ki bir ömür nasıl yaşadıysak son nefeste öyle göçeceğiz dünyadan; o zaman o anda ‘bir eşhedin’ getirecek yiğitliğimiz olmalı erenler.

Aşk ile, hû…

#Azrail
#Şah-ı Nakşibend
#Mehmet Çelik
٪d سنوات قبل
İşte geldik gidiyoruz
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle