|
Oooo cim bom booom

İnsanın sevip dinlediği müzikler değişiyor zamanla. Aldığı yaş, sevdiği güzel, okuduğu kitap, gördüğü yer, yaşadığı hayat, girdiği muhit gibi pek çok şey belirliyor sevdiği müziğin türünü.

Bizim kuşağın ekserisinin yolu gençlik yıllarındaki ilk göz ağrılarıyla birlikte arabeske mutlaka uğramıştır. Arabeskin hep biraz dumanlı, uzayan gecelerce nemli, gidip gelen mektuplarca umutlu, çatılan kaşlarca mahzun, çekilen restlerce delikanlı vadilerinde dolaşırdık biz o zamanlar. Bu vadiye gireceğimiz kesindi de hangi yol boyu yürüyecektik, asıl mesele oydu. Bir teselli ver mi diyecektik sevgiliye felsefeyi umuda katık eyleyip, bir gün gitsen bile hatıran yeter mi diyecektik gözyaşını hasretle süsleyip, adını sen koy mu diyecektik yoksa ciğerimizi dilim dilim doğrayıp. Orhancı mıydık, Ferdici mi, Müslümcü mü? Arabeske merhaba bizim akranların ilk aşkına denk düşer.

-Arabesk ve ilk aşk deyince alıp başımı gençliğime gittiğim, bu gidişle yazının üslup ve muhteva bakımından asıl meramından uzaklaştığı, bunu fark ederek konuya hızlı ve keskin bir dönüş yaptığım kayıtlar geçsin lütfen.-

Arabeskle başlayan yolculuk türkülerle devam etti, Sanat Müziğine uğradı sonra. Çok türkü ve şarkı bilmem derim ama radyoda çalan hemen her türkü ve şarkının sözlerine eşlik edebilecek kadar aşinalığım varmış meğer, sonradan fark ettim. Sezen Aksu’ya, Barış Manço’ya, Cem Karaca’ya münhasır yazı yazarım, onların yeri ayrı.

Klasik Batı müziğine merak saldık yaş otuzlara yaklaşırken. Cd’ler, kitaplar, Mozartlar, Bethoovenlar, Viyana Senfoni’yi canlı dinleme hayalleri, Sa’di Babalar, Meriç Anneler… Klasik mühim azizim. Orada bulduğunun hakkını teslim edip, bulamadığını kendine itiraf edince aradığımı bir ümit bulurum diye dönüp bir de buraya bakıyor insan. Merâgîler, Hafız Postlar, Itriler, Dede Efendiler, Bekir Sıtkılar… “Çok insan anlayamaz eski musikimizden/ Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden” Yahya Kemal merhum ne demek istemiş biraz anlar gibi oluyor insan eski musikimizle aşinalığını artırdıkça.

Sonra sevdiklerinizin, çocuklarınızın, genç arkadaşlarınızın zevklerine bir bakıyorsunuz şöyle göz ucuyla. Sagopa’yla tanışıyorsunuz mesela kırkınızdan sonra. İlginç değil mi?

Herkeste bu serencam böyle midir bilmem ama bendenize hangi tür müziği seversin diye şimdilerde bir soran olsa cevabım gayet net: Kaliteli müzik dinlerim. Tür değil kalite. Arabeskin kalitelisi güzel, türkünün kalitesizi dinlemiyor, şarkının kalitesizi zulüm, klasiğin kötü icrası hiç iyi olmuyor, Rap müziğin kalitelisine bile yeni alışmaya çalışıyoruz. Kalitenin ölçüsü ne, diyeceksiniz. Güfte, beste, sazendelerin icrası, yorumcunun edası, aranjörün marifeti hepsi birden kaliteye dahil. Bunların tamamı iyi oldu mu ortaya zaten bir şaheser çıkıyor ama hepsi birden kötü oldu mu günümüz pop müziği. Radyolarda dinleyecek şarkı bulamadığımı görünce yaşlandığımı anlamaya başladım. Radyo Nostalji yahut Radyo Turkuvaz kesmezse TrtNağme’ye kaçıyorum olmazsa Voyage, o da mı olmadı Trt 3’te alıveriyorum soluğu.

Halet-i ruhiye mühim. Özellikle bazı akşamlar işten geç vakit eve dönerken kafamdaki keşmekeşten bir an olsun sıyrılayım diye radyoya sığınıyorum. Benim tarzlar kesmiyor böyle zamanlarda. Ya spor radyosu dinlemem lazım ya Angara havası. Radyonun kulağını büküp Seğmen’e denk getirdin mi, kaliteli bir türküyü de buldun mu değme keyfine.

Böyle zamanlarda üst üste iki türküden fazla olmamak şartıyla Ankara havalarını dinlemeyi seviyorum çünkü kafam rahatlıyor, mevzuları unutuyorum, nasıl desem, böyle bir ferahlık geliyor. Niye? Çünkü bir müzik var, bir melodi, bir söz, bir yorumcu; meşgul ediyor seni ama aslında ortada hiçbir şey yok. Kafanın doluluğunu bir yere boşaltamayınca, kafana boş bir şeyi boşaltarak doluluğundan kurtulmaya çalışıyorsun, bilmem anlaşılıyor mu? Gerçi bazen ontolojik ızdıraplarımı depreştiren, varoluşsal kaygılarımı derinleştiren ‘şansıma tükürsem rüzgar vurur geri bana gelir’ gibi eserlerle de karşılaşıyorum, ama olsun.

Bazen yetmiyor Angara havası bile kaçıyorum son bir umut spor radyolarına. Aradığım belli, ya hararetli bir tartışma lazım bana yahut telefonla bağlanan bir taraftarın canhıraş feryadı. İkisinden birisine rast geldim mi unutuyorum dertlerimi, hiç olmazsa arabadan inene kadar. Adam kendinden geçmiş vaziyette dert yanıyor program sunucusuna: Abi takımı mahvettiler, bu hocayla olmayacağı ilk günden belliydi, on biri ben yapsam bundan daha iyi sonuçlar alırdık, abi yazık değil mi bize, başkan da bilmiyor bu işi, bıraksın abi, elim ayağım titriyor bak yemin ederim, böyle yapmasınlar, bu takım bizim abi.

Adamın derdini duyunca kendi derdimi unutuyorum. Şuncacık meseleyi dert edişine bakınca hakiki meselem geliyor aklıma ve onu hakkıyla dert edemeyişim, utanıyorum o taraftardan, utanıyorum kendimden, utanıyorum derdimden, yol bitmiş oluyor, bakıyorum ki eve gelmişim, arabadan iniyorum öyle mahzun, içimde bir kale arkası: laylaylalaylaylaylaaay oooo cim bom boooom.

#Sezen Aksu
#Barış Manço
#Cem Karaca
2 yıl önce
Oooo cim bom booom
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...