|
İnkar bilmeyi gerektirir

Üzerinde görüş birliği sağlanan genel bir aydın tanımı yapmak kolay olmamakla beraber, yapılan tanımların tümünde, aydının "bilme ve düşünme" özelliği ile geniş kitlelerden ayrıldığı söylenebilir. Şüphesiz aydının her şeyi bilmesi ya da her konuda görüş sahibi olması gerekmez. Ama hiç değilse üzerinde konuşup yazdığı konularda, doğru bilgilere dayalı görüş ve kanaat sahibi olması beklenir.

Bir toplum hakkında yeni düşünceler geliştirebilmek için, belli yer ve zamanlardaki somut olgulardan hareketle genellemeler yapılır. Tutarlı genellemeler yapabilmek için, halkın içine girmeli, birlikte yaşamalıdır. Bu mümkün olmazsa, sağlam kaynaklardan doğru bilgiler edinmek gerekir. Halka tepeden bakan ilerici Türk aydınları ise, ülkenin somut gerçeklerini ya el yordamiyle edinilen bilgilerle ya da yabancı kaynaklardan devşirdiği genellemelerle açıklamaktadır.

İlerici aydınlar, laiklik, çağdaşlık, cumhuriyetçilik gibi sihirli kelimelerle ilgili görüşlerini, devletten aldıkları destekle ilahi kaynaklardan ilham edilmiş gibi topluma empoze ediyorlar. Oysa bu konulardaki tüm bilgi ve düşünce birikimleri, kültürel derinliği bulunmayan ideolojik şablonları ezberlemekten ibaret. Üstelik ahlaki kaygı da taşımıyorlar. Örneğin "Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir" dedikten sonra, "milletin hakimiyetine akla hayale gelmeyecek kayıt ve şartlar koyuyorlar."

Aydını diğer insanlardan ayıran temel özelliği "bilmek" olduğu halde, bunlar hiç bilmedikleri konularda öğrenme ihtiyacı duymadan, diledikleri gibi konuşup yazıyorlar. Özellikle dinle ilgili konulardaki resmi görüşe uygun yorumları, devlet nazarında prestij sağladığından, dilediklerince fetvalar veriyor, keyiflerince asıp kesiyorlar.

Çok ünlü bir yazar, konuşmacı olarak katıldığı panelde, işine geldiği gibi ayet meali uydurabiliyor. Önde gelen üniversitelerden birinin rektörü, kılık-kıyafet konusunda almış olduğu önlemlerin dine ve hukuka uygunluğunu açıklamak için, televizyonda milyonlarca insanın yüzüne karşı ayet yerine hadis, hadis yerine de ayet meali okuyabiliyor.

Laikliği korumak adına, dine, dindarlara ve özellikle dini siyasete alet edenlere saldırmayı en büyük fikir mücadelesi olarak görüyorlar. Bu mücadeleyi verirken de genellikle Batılı bir kaynak göstermeyi ihmal etmiyorlar. Dayandıkları deliller yakından incelenince, sadece İslamiyet''e değil, Batı düşüncesinin temel ilkelerine de aykırı olduğu açıkça görülüyor.

28 Şubat sürecinde sözde aydınların dine ve dindarlara karşı yapılanlar, bana Londra''da tanıdığım Charles''in bir tartışmada söylediklerini hatırlatıyor. Sanayileşmekte olan ülkelerin toplumsal sorunları üzerine araştırmaları olan Sosyolog Charles, ülkemizi de ziyaret etmiş; Türkiye''nin dinamik toplumsal yapısına, özellikle de yemeklerimize ilgi duyuyordu.

İlgisini anlayınca kendisini yemeğe davet ettim. Sanayileşme, modernizm ve toplumsal değişme konularında gezinen konuşmamızda, daha çok Batılı aydınların, Türkiye ve genelde İslam Dünyası hakkındaki görüşlerini anlamaya çalışıyordum. Söz arasında Charles, Hıristiyanlığa inanmadığını ve dinsiz olduğunu belirtti. Bu durum bana, bildiğim kadarınca İslam''ı anlatma cesareti verdi. Yumuşak bir uslupla başlayan konuşmamız, giderek karşılıklı din propagandasına dönüştü.

Dinsiz olduğunu söyleyen İngiliz öylesine çetrefil sorular yöneltti ki, cevaplamakta güçlük çektim. Ama o hem benim sorularımın, hem de kendi sorularının Hristiyanlık açısından cevaplarını vermekte güçlük çekmiyordu. Dayanamayıp sordum: Bu kadar iyi bildiğin bir dine neden inanmıyorsun? Ya da inanmadığın bir dini neden bu kadar iyi öğrenmek ihtiyacı duydun?

Cevabı beklediğimden farklıydı: "Hristiyan bir toplumda yetişen birinin inanmak için değil, ama inkar edebilmek için Hristiyanlığı iyi bilmesi gerekir. Çünkü bu toplumda yüzyıllardan beri egemen olan Hristiyanlık, tüm kurumları etkilemiştir; onunla öylesine içli-dışlı olmuşuz ki, her yerde ve her şeyde izlerini bulabilirsiniz. Bir de buna çocukluğumuzdan beri aldığımız telkinler eklenince Hristiyanlığa inanmak fazla bir gayret gerektirmez. Reddetmek ise, iki bin yıllık tarihi ve tüm kurumlarıyla beraber Batı uygarlığını reddetmek demektir. Böylesine önemli bir karara varabilmek ise, konu hakkında çok iyi bilgi sahibi olmayı gerektirir."

Charles''in mantığı ile soracak olursak; "İslamiyet Türk toplumunu, Hristiyanlığın İngiliz toplumunu etkilediğinden daha mı az etkilemiştir." İslamiyet''i reddeden bir Türk, tüm kurumları ve değerleri ile beraber bin yıllık Türk tarihine inancını yitirmiş olmaz mı? Böylesine önemli bir kararın alınması, reddediş sebeplerini açıklayacak kadar İslamiyet''i öğrenmeyi gerektirmez mi?

Bu sorulara "evet" diyebilmek için, en azından Batılı anlamda bir aydın onuruna sahip olmak gerekir. Ama Batıcı olmakla, Batılı olmak farklı şeylerdir. Ne inanıp savunduklarını bilirler, ne de karşı olduklarını. Durumları ne Batılı mantıkla açıklanır, ne de Müslüman mantığı ile. Bunlar kendilerini aydın sanırlar. Ama aslında bunlar, devletin kapı kullarıdır. Her fırsatta eleştirdikleri Osmanlı dönemi resmî ulemasının ahlaken dejenere olmuş laik temsilcileridir.


25 yıl önce
İnkar bilmeyi gerektirir
Bir bu eksikti...
Reis’i tanıdığım o günlerden bugünlere…
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı