|
Sivil özgürlükler ve siyaset

Geleneksel Osmanlı sisteminde, siyaset, toplum piramidinin en üst bölümünde yer alan padişah ile padişahın tayin ettiği sınırlı sayıdaki saray yöneticisinin ayrıcalığıydı. Sivil hayattaki geniş boyutlu çoğulculuğa ve hukuki püliralizme rağmen, siyaset yapmada merkezi iktidarın tekeli vardı. Merkezi iktidarın siyaset tekelini kırma istidadı gösteren muhalifler "siyaseten katl" edilir; bu alanda kuşku duyulan ekonomik, sosyal, kültürel ve dini nitelikli oluşumlar bile şiddetle bastırılırdı.

Batılılaşma döneminde, askeri ve idari alanda yapılan düzenlemelerle, Bab-ı Ali çevresinde geniş bir bürokrat kadrosu oluştu. Bu tarihten sonra siyasi iktidarı, padişah ile Bab-ı Ali bürokratları paylaşarak kullandı. İktidarı temsilde ve siyaset yapmada, bazen padişah, bazen de Bab-ı Ali öne çıktı. Fakat Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde de herhangi bir şekilde halkın devreye girmesine ve siyasete katılmasına izin verilmedi.

Cumhuriyet döneminde, siyasi kurumlarda, biçimsel olarak önemli değişiklikler yapıldı. Buna rağmen, inkılapları gerçekleştiren "tek parti zihniyeti", merkezi güçlerin siyaset tekelinin kırılmasına yönelik yenilikler getirmedi. Padişahın yerini "şefler" aldı. Bürokratlar mevkiilerini güçlendirerek korudu. Osmanlı''da padişah ile bürokratların imtiyazı olan siyaset, yeni sistemde "şefler" ile bürokratların ayrıcalığına dönüştü.

Tek Parti ideolojisi, Osmanlı''dan kalan toplumsal çerçeveyi değiştirmeye yönelik boyutlar içerse de, merkezi iktidarın gücünü yukardan aşağıya doğru empoze eden niteliği ile halktan kopuktur. Osmanlı sistemi, halkı siyasetin dışında tutuyordu. Tek parti zihniyeti ise, halka güvenmiyor, halkı geri, cahil, denetlenmesi gereken potansiyel bir tehdit olarak görüyor. Halka yakınlığı olan, yerli, dindar ve geleneksel unsurlar taşıyan siyasi grupları, "gerici" ve "irticacı" gibi yaftalarla suçlayarak cezalandırıyor.

Yarım asrı dolduran çok partili demokrasi tecrübesine rağmen, siyasi rejimin gerçek anlamda çoğulcu bir nitelik kazanmasına izin verilmiyor. Ara rejimlerde ve kriz dönemlerinde halka karşı tehdide dönüşen tek parti zihniyeti, baskılarını haklı göstermek için, devletin ve rejimin dini bir tehdit karşısında bulunduğunu ve bu tehdide karşı durmanın meşru bir görev olduğunu savunuyor. Terakki Perver Fırka''nın kapatılmasından bu yana sürekli cezalandırılan, siyasetin ve kamu alanının dışına atılan "irtica" bir türlü bastırılamıyor. 27 Mayıs''ta, 12 Eylül''de ve 28 Şubat sürecinde hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalar aynı gerekçeyle meşrulaştırılıyor.

Türkiye''de tek parti zihniyetini canlı tutanlar, her türlü İslami oluşuma, laik düzenin yerini alacak ideolojik bir tehlike gözüyle bakıyor. Devletçilerin siyaset tekelini korumaya yönelik düzenlemelerden en fazla dindar kesimler zarar görüyor. Tarihsel olarak meşruiyeti olan ve halkın geneli tarafından benimsenen bir inanç sistemi, politik bir ideolojiye indirgenerek eğitim, iletişim, ekonomi ve kültür alanlarında çok boyutlu denetim ve sınırlamaya tabi tutuluyor.

İslamiyet insanlara her şeyden önce Allah''a inanmayı, Allah''tan korkmayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı, ahlaklı ve adaletli olmayı, çalışmayı ve helalinden kazanmayı, hakka ve hukuka uymayı, muhtaçlara yardım etmeyi, komşu hakkına riayet etmeyi, barış içinde bir arada yaşamayı tavsiye eder. Bu niteliklere sahip insanların yetişmesi için eğitim, iletişim, ekonomi, kültür alanlarında dinin etkili olması gerekir.

Türk aydını, ideoloji üretmeye düşünce üretmekten daha yatkın olduğundan, siyaset dışı dini oluşumlar da ideolojik nitelikli görülüyor. Siyaset yapma hakkına sınır getirilirken, en önemli sivil özgürlük olan, inanç özgürlüğünün alanı daralıyor. Öyle ki bu yanlış tutum yüzünden inanç özgürlüğü alanı, Osmanlı dönemindekine göre bile daha daralıyor.

Esasında siyaset, düşünce, inanç, eğitim, ekonomik teşebbüs gibi sivil özgürlük alanını genişletmek için yapılır. Sivil özgürlükler sınırlandıkça siyasetin ilgisi, sınırlanan özgürlük alanına doğru kayar. Bu nedenle inanç özgürlüğü sınırlandıkça, siyasetin dine ilgisi artar ve dindarlar, özgürlük alanlarını genişletmek için daha fazla siyaset yapmak zorunda kalır.

Nitekim her türlü İslami oluşumu, ideolojik bir tehlike olarak görenler bile, seçim meydanlarında dinden söz ediyorlar. Siyasetin sınırını belirleyen güçlerin talimatına uyarak İmam Hatipleri ve Kur''an kurslarını kapatanlar, suçu başkalarına atıyor. 28 Şubat sürecinde inanç özgürlüğü sınırlandığı için seçim konuşmalarında, hem de inançlara sınırlama getirenler tarafından, din siyasete daha fazla alet ediliyor.

Dini özgürlük alanı genişledikçe, siyasette din istismarı azalır ve din siyasete daha az alet edilir. Kendinde dini özgürlükleri genişletme misyonu gören siyasi partilerin de kozları ellerinden alınmış olur. Üstelik her dinden insanlar gibi, Müslümanların da dinlerini öğrenme, bireysel ve sivil hayatlarında inandıkları gibi yaşama hakları vardır.

Dindarlar toplum ve siyaset dışına atılarak, ülkenin siyasi rejimi demokratikleşemez. Daha da önemlisi, siyasi ahlak bozulur; rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık ve politik kayırmanın önüne geçilemez. Hem siyasi rejimin demokratikleşmesi, hem de siyasetteki ahlaki çürümenin önlenmesi için, insanlara dinlerini öğrenme ve inandıkları gibi yaşama hakkı verilmelidir.


25 yıl önce
Sivil özgürlükler ve siyaset
Orucu bozmayan şeyler
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi