Modern dünyâda ise Osmanlı siyâsetleri “Tanzîmat”tan “Meşrûtiyet”e; “Meşrûtiyet”ten “Cumhûriyet”e bir daralmaya uğramıştır. Bunu bir bakıma da doğal bir gelişme olarak değerlendirebiliriz. Bitmek tükenmek bilmeyen saldırılar, bek’a sorunu, çözülme ve yıkımlar daralmanın dışarıdan gelen esaslı sebepleridir. Ama özellikle İ.T ve C.H.P dönemleri, “târihsel daralmayı” alabildiğine “kültürelleştirerek” içeriye doğru bir dizi hesaplaşmaya taşıdı. Yâni, “nesnel” daralma, “öznel” bir daraltmayla derinleşti. Cumhûriyetin belki “kuruluş” değil ama “pekiştirim” (konsolidasyon) felsefesi, kategorik olarak büyük bir Sünnî çoğunluğu dışarıda bıraktı. Buradan ulus inşâsını sakatlayan; merkez-kenar bölünmesini keskinleştiren “dinsel” ve “etnik” meseleler türedi.
Gezi olaylarını, çok daha belâlı bir saldırı olan; yine dışarıdan destekli “müesses underground”ın radyoaktif saldırıları izledi. Bu sürecin serpintileri ha’lâ devam ediyor. Bütün bu baskı ve saldırılar AK Parti siyâsetlerini dönüştürdü. AK Parti, 2010’lara kadar sürdürdüğü “açılımcı” ve “öncü” dinamiklerini örseledi ve parti bir daralmanın içine girdi. Bir anda ekonomik kalkınmanın bütün istenmeyen ve olumsuz özellikleri (yolsuzluk iddiaları, kalkınmanın insânî ve çevresel mâliyetleri konusundaki hesapsızlıklar) ortaya çıktı. Yeni ve savunmacı AK Parti refleksi, belki çok da yanlış olmayan bir şekilde bunları saldırıların bir parçası olarak algıladı ve savunmaya geçti. Ama, bu zaafları kullananlara karşı, önemli ölçüde haklı olarak yürüttüğü mücâdele, bu sorunlarla yüzleşmeyi zora sokuyor. Bunlar da, siyâset üretme özürlüsü muhalifleri zevkten dört köşe yapıyor ve AK Parti’nin karnesine kötü puanlar olarak yazılıyor.