II.Umûmî Harp sonrasında ise devletler ellerindeki sopayı geri çekti. İsmi
olan, modern târihte ulus olarak anılan teb’asına sâhip çıkan yeni bir devlet görüntüsü ile karşılaşmaya başladık. Devletler
vergileri arttırarak ulusa akıtmaya
başladı. Dahası, sermâyeden ulusa kaynak aktarımını arttıran
bölüşümün de önü açılıyordu. Bunlar ekonomik akla asla uymayan bir gelişmelerdi. Sermâye, kendi çıkarları için devlete vergi vermeyi kabûl etmişti. Bu defâ, daha yüksek vergiler ve ücretler üzerinden yükü daha da artıyordu. Pekiyi sermâye bu yükü ne için kabûl ediyordu? Beklentisi, yine
mâliyetleri artsa, kısa vâdede kaybetse de orta ve uzun vâdede bunu verimlilik artışı ile dengelemek ve kâra geçmekti.
İşte bu olmadı. Refah toplumlarındaki orta sınıflaşmaya rutinleşme ve bürokratikleşme üzerinden
gizli ve yaygın bir lümpenleşme
eşlik etti. Ağır verimlilik kayıpları ortaya çıktı. Ekonominin açıklarını kapatmak ve yeniden verimlilik sağlamak için
tasfiye edildi. İstihdam ve işletme sâhasında beceriksiz ve maceracı modeller hayâta geçirilmeye çalışıldı. Bu arada ulus devlet yapılarına karşı
olarak bilinen fikriyat ağır bir saldırıya geçti. Ekonomipolitik hedefe konuldu. Bu terkibin bileşenlerinden birisi olan politik sütun devre dışı bırakıldı. Diğer sütun ise fetiş bir yeniden değerlendirmenin konusu yapıldı. Yeniden bölüşüm ağları acımasızca parçalandı. Gelin görün ki bunların hiçbiri sadra şifâ olmadı. Ne finansal aşırı büyüme ne de o cin fikirli istihdam ve örgüt modellerinden verimlilik artışı sağlanabildi. Finansal aşırı büyüme üretime dönmedi ve ekonomide mütemâdiyek kriz üreten balonlaşmalara sebep oldu.