|
Emeksiz dünyânın geleceği

Dünyâ emek târihinin son çeyrek yüzyılda dramatik bir çöküş içinde olduğu çok aşikâr. Bu çöküş başlıca iki noktada yaşanmaktadır. İlk olarak emek, sermâyenin merkez kaç siyâsetleri doğrultusunda çekirdek kapitalist ülkelerdeki yoğunluğunu kaybettiğini apaçık izleyebiliyoruz. Üretimin parçalı yapısı ve merkezden çeperlere doğru dağılması bunun göstergesi olarak anlaşılabilir. İkinci nokta ise, teknolojik gelişmeler, robotların insan emeğinin yerini almasıyla alâkalıdır. Küresel ölçekte artan ve yaygınlaşan işsizlik bunun doğrudan ya da dolaylı bir sonucudur.

Emeğin yoğunluk ve nicelik kaybı elbette ki kapitalizmin elini en azından orta vâdede rahatlatıyor. Düşük emek mâliyetlerinin ve otomasyonun sağladığı avantajlar kârın maksimizasyonu temelinde yapılanan kapitalizmin kronik başağrılarını önemli ölçüde hafifletiyor. Gelin görün ki, bu rahatlama ne kapitalizmin ne de insanlığın hayrınadır.

Süreç en başta kapitalizmin târihsel çelişkisini keskinleştiriyor. Bu çelişki, en azı vermeye dayalı emek ücretlendirmeleriyle alım gücünün düşürülmesi; yâni tüketimi kısması ve yeniden-üretimi zora sokmasıyla alâkalıdır. Durgunluklar ve küçülmeler bu çelişkinin sonuçlarıdır. Çeyrek yüzyıllık bir göreli rahatlıktan sonra gelinen aşama da budur.

Üçüncü dalga kapitalizm, tüketimi, maddî karşılığı olmayan bir kredi ekonomisi üzerinden sürdürmeye çalışıyor. 2008 krizi bunun da artık sürdürülebilir olmaktan çıktığını gösteriyor. Önümüzdeki on yıllar krizlerin daha da derinleşeceğine işâret etmekte. Ne olacağını ise kestiremiyoruz. Ama en düşündürücü olan husus, insanlığın bunu karşılamaktaki hazırlıksızlığı. İşçi sınıfından umulacak bir şey kalmadı. Adorno bunu daha geçen yüzyılın ortalarına doğru görmüştü. Çünkü bütün sendikâl hesaplar, işçi sınıfının bölüşümden daha fazla pay almasına ayarlı. Keynesgil anlamda zihinsel bir bağımlılıktır bu. Bunun pazarlık gücünün ise işçi sınıfının üretimdeki hayâtî rolünden kaynaklandığına inanılıyor. Oysa bilmiyorlar ki, işçi sınıfının üretimdeki gücü sermâye ile kıyaslanmayacak kadar zayıftır. Karatani"nin çok haklı olarak görüp söylediği gibi, esas güç tüketimdedir. Yâni her şey insanların tüket(me)mekten gelen gücünü kullanmasına bağlıdır. Bu noktada ise işçi sınıfının ideolojik hazırlıksızlığı apaçık görülüyor.

İnsansız bir ekonomizm, taşkın ve sapkın bir teknolojizm, refah saplantısı, tüketim açlığı sürdükçe işler insanlığın târihine müdahale etme ihtimâli dibe vuruyor. İnsanlığın târihe müdâhil olma iddialarını taşıyan siyâset ise tam bir bulanık su görünümünde. Modası geçmiş Keynesgil beklentiler ile kültür kavgalarının iç içe geçtiği bir bulanıklık bu. Ne beklenebilir ki? Sermâyenin çeperlere sarktığı bir dünyâda elbette siyâset de yerelleşme dinamiği kazanacak ve kültürel bir tabiat edinecektir. Anarkokapitalizm ancak kültürpolitik ve meta-ekonomik siyâsetlerle sürdürülebilir. Korkarım ki, Üçüncü dalga kapitalizmin krizleri, entelektüellerin kültür temelli doğrudan demokrasi beklentilerini "din", "etniklik" değişkenlerine bağlı olarak tersine çevirecek ve yakın bir gelecekte kör kan davalarına tahvil edecektir. Umarım ve dilerim ki yanılıyorumdur...

11 yıl önce
Emeksiz dünyânın geleceği
Kara dinlilerle milletin savaşı
Siyasette yumuşama: Mümkün mü?
Genç kimdir?
Başkan Erdoğan soykırım davasının müdahili olarak ABD’ye gidecek mi?
Özgürlüğün otoriterliği karşısında Filistin taraftarı öğrenciler