|
Delgado"nun Gülleri

İnsan yaşamı boyunca en kritik anlarda daima iki tercihle karşı karşıya kalır. Tercihine göre bir yaşam sürer. Zaman zaman zihninin kıyılarına öyle değil de şöyle yapsaydım diye bir fikir vurur. Bunu gidermek öyle değil de şöyle yapsaydım sonuçlarını test imkânına sahip değiliz. Bu insanların kaderinde olduğu gibi milletlerin kaderinde de vardır. Alternatif yolun nasıl olduğunu ve sonuçlarını asla öğrenemeyeceğiz. Geçerli olan ise yalnızca ve yalnızca yaşanılandır. Geri kalan yalnızca kurgu ve hayalden ibarettir.

Bunu yakın tarihle ilgili düşünürüm. Acaba Sultan Abdülhamid Han Hareket Ordusu''na direnseydi, I. Dünya Savaşı''nda ittifak teklifimizi İngilizler kabul etseydi, Enver Paşa I. Dünya Savaşı''nda muzaffer olsaydı, Hanedan ve Hilafet devam etseydi, II. Dünya Savaşı''na Atatürk''ün önderliğinde girseydik, Varşova Paktı''na üye olsaydık, 1960 darbesi olmasaydı veya Menderes darbeye direnseydi, Sadettin Bilgiç AP genel başkanı olsaydı, 1989''da Sovyetler Birliği çözülüp, soğuk savaş ortamı kalktığında son ideolojik ülke Türkiye demokratik cumhuriyete dönüşebilseydi, 1991''de Türkiye Irak''a girseydi, 28 Şubat 1997 süreci yaşanmayıp Refahyol devam etseydi veya Erbakan direnseydi, Doğan Medya grubunun yayın yönetmenleri tercihlerini militarizmden değil de demokrasiden yana kullansaydı, 1 Mart 2003 tezkeresi TBMM''de kabul edilmiş olsaydı, ... nasıl bir Türkiye olurdu?

Bunların artık bir anlamı yok. Yaşananları gördükten sonra olan bitenden ders çıkartıyor, keşke veya iyi ki kelimelerini kullanıyoruz.

Geçen hafta Ekvador Cumhurbaşkanı Rafael Correa Delgado ülkemize bir resmi ziyaret gerçekleştirdi. 2 bin gülle başlayan ziyaret çok renkli geçmiş. Ziyaret esnasında Delgado “Türkiye her zaman çok taraflı bir dünya için çaba gösteriyor. Arap Baharı sırasında da model bir ülke oldu. Eminim ki bu ülkelerin de zamanında bir Atatürk''ü olmuş olsaydı ve siyasi değişimlerini o zaman yapabilselerdi, şu anda yaşadıkları durumlara düşmezlerdi. Biz bulunduğumuz coğrafyadan da Ortadoğu ve Kuzey Afrika''daki gelişmeleri endişe ile izliyoruz” dedi.

Yabancı devlet adamları ülkemize ziyaret gerçekleştirdiklerinde konuşma metinlerinin esin kaynağı veya hazırlayıcısı bizim bazı emekli hariciyeciler sanırım.

Nedense bu ülkede uluslaşma, ulus devlet kurma veya çarpık Batı modernleşme sürecinde bir Arap düşmanlığı başlamış gidiyor. Bu milli eğitim müfredatıyla tarih kültürünü oluşturan algıya göre: Arap, ya çölde çobanlıkla geçinen modernlikten nasiplenememiş bedevi, ya evde hizmetçi veya sokaktaki siyah köpeğin adıydı. Şimdi de Delgado, Atatürk liderliği ve aydınlanmacılığını yaşamamış Arap toplumunun içine düştüğü hale acıyor. Koca Ekvador, bu aydınlanmanın farkına vardı ve Araplar da varsaydı böyle olmazdı diyor.

Onca zamandır aynı coğrafyada yaşamamıza ve olan biteni anlamakta zaman zaman zorluk çekmemize rağmen adam Ekvador''dan geliyor soruna teşhis koyuyor. Bizdeki Kemalist damar da Delgado gibi düşünüyor.

Arap dünyasında devrilen yönetimlerin tümü batı aydınlanmasını, modernleşmesini ve laikliğini örnek almışlardı. 1923''den 1950''ye kadar Türkiye''de olan reformlar ve tek partili hayat onların da esin kaynağı olmuştu. İran, Afganistan, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir gibi ülkeler ideolojik Türkiye''yi ve Arap ülkelerinde kurulan tüm Baas partileri de CHP''yi örnek aldılar.

Araplara önderlik yapması gereken ülkemizin konumuna bir bakalım. 1893''den itibaren 1923''e kadar dini eğitimin yanı sıra seküler eğitim yapılmış. Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) 1924''den itibaren 1949''a kadar tavizsiz seküler eğitim sürdürülmüş, dini eğitim kaçak ahırlarda, ormanlarda yanı belirlenemeyen yerlerde çoğunluğu bilgisiz insanların elinde verdirilmiş. 1949''da İnönü devrinde dini eğitim legalleşiyor ve ilk İmam Hatip kuruluyor. Kariyer ve ekonomik güç sağlamanın yolu seküler eğitim anlayışından geçiyordu. İmkânları elveren aileler çocuklarını, siyasal, hukuk, tıp, mühendislik, özel bir grup da güzel sanatlara yönlendiriyordu. Muhafazakâr kesim ise genelde kız çocuklarını ilkokuldan sonra okutmadı, erkek çocuklarını da İmam Hatip okullarına verdi. Dini eğitimin yanı sıra seküler eğitim de verilmesine rağmen İmam Hatipliler ya üniversitelere gidemediler ya da fırsat eşitliğinden yararlandırılmadılar.

Sonuç olarak öyle veya böyle bu ülke insanları, seküler eğitimin tezgâhından geçtiler. Genelleme yapmadan, eşinizin veya kızınızın belirli bir saatten sonra taksiye, dolmuşa binmesinden, üreticisinin malından veya esnafının sattığından, müteahhidin yaptığı binadan korkulan, kendisine emanet edilene ihanet eden, kurallara uymayan, entelektüeli kendi hayat tarzına uymadığı için çoğunluğu ötekileştirdiği, yalanın, üçkâğıdın, hasisliğin, adam kayırmanın, yolsuzluğun, adaletsizliğin, merhametsizliğin... dikkate alınması gereken orana ulaştığı bir ülkede yaşıyoruz. Bugün baktığımızda baskın olan meziyetler bunlar.

Bu insanların bu özellikleri ya genetik bir geçiş, ya toplum yapısı veya uygulanan eğitim sistemidir. Birey öğretisi önce ailede başlar, ardından toplum ve okul gelir. Tarih kitaplarında büyük medeniyet kurmuş, sanatta, edebiyatta, mimaride, musikide büyük eserler vermiş, yüksek ahlaklı, çoğulcu yaşamın örneklerini sunmuş, hayatını adalet, merhamet ve infak zeminine oturtmuş bu topluma ne oldu? Bu nasıl insanlık ve Müslümanlık? Bu toplumu kim eğitti? Bildiğim tek bir şey var o da, bu toplumu “gerçek dindarların” eğitmediğidir. Şüphesiz bu toplumun üstün meziyetlerini de sıralamak bir yazı veya birkaç yazı konusundan fazladır. Hatta üzerinde ciltler dolusu kitap yazılabilir. Manipüle edilmezse, ABD''de Wall Street''te, Londra ve Paris''te kenar mahallelerde başlayan, Arap sokağında devam eden isyan, küresel kapitalizm, despot devlet ve kabile taleplerine karşı insanın ve insanlığın ayağa kalkışıdır.

12 yıl önce
Delgado"nun Gülleri
“İslâm’ın güncellenmesi”, içtihat, tecdîd ve reform
“Babalar her zaman haklıdır!”
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı