|
Suriye, sadece komşumuz değil

1992''de Türkiye Yazarlar Birliği olarak Suriye''ye bir ziyaret gerçekleştirmiş. Halep, Şam, Hama ve Humus''u dolaşmıştık.

1918''de Suriye''yi terk ettiğimiz son yer; Şam''daki tren istasyonuna gitmiştik. İstasyonda kalan, üzerinde Osmanlıca ve Arapça yazıları hala silinmemiş son Osmanlı lokomotifine bağlı son vagonda toplanmış ve İslam Dünyası''nın sorunlarını konuşmuştuk. Şam tren istasyonunda bize izin veren görevli asker bir Kürt''tü. Bizden İbrahim Tatlıses''in müzik kasetlerini istemişti.

Yıllar öncesine, 20 Ekim 1918''e gittim. Filistin Cephesinde Nablus''ta Yıldırım Orduları büyük bir yenilgiye uğramış, Osmanlı komutası ve askerleri Şam''a çekilmişler. Son günler, artık Orta Doğu''dan büyük ricat başlamış. Askerlerin bir kısmı yaya, bir kısmı da bu istasyondan trenlere bindirilip Anadolu''ya sevk ediliyor.

Şam istasyonunda son Türk askeri, son vagona binerken Suriyeli bir genç, yanına yaklaşır üniformasından tutar, ağlayarak avazı çıktığı kadar haykırır “Bizi burada bırakıp nereye gidiyorsun Ey Türk” der.

O gün böyle kopartılmıştık. Kopartanların bir kısmı ile bugün aynı masada oturmaktayız. Bunun zorluğunu herkes anlıyor.

Suriye yöneticileri ve ilişki içinde oldukları, Türkiye''nin tavsiyelerine uyarak, süreci okuyabilselerdi; çözüm kolaylaşabilirdi. Esad liderliği ve Baas rejimi, kendi imkânlarıyla kendini dönüştür(e)mediği için bugünkü durumu yaşanmakta.

Sayın Başbakan, Suriye dostları toplantısında ilişkilerimizin, normal komşuluk ilişkisi olmadığını söyledi. Doğrudur, Türkiye-Suriye ilişkileri hiçbir ülkenin komşularıyla olan ilişkisine benzemez.

Türkiye, Suriye''nin tümünün dostudur, ilişkisi 87 yıllık bir zamana ait değildir. İki toprak jeopolitiğin, jeostratejiğin ve jeokültürün ayrılmaz bir parçasıdır.

Bunu biraz daha ileriye taşıyabiliriz. Türkiye''nin Ermenistan''la, Yunanistan, Bulgaristan, Irak, İran, Azerbaycan ve Gürcistan ilişkileri diğer ülke ilişkilerine benzeyebilir mi? Bu yalnız sınır komşuluğuyla ilgili değildir. Türkiye ile hiçbir ülkenin ilişkisi normal değildir. Bu medeniyet algısıyla ilgilidir. Dünya üzerinde “vatan” olurken “anavatan” olan tek toprak parçası Türkiye''dir.

Suriye yakın zamana kadar Hatay''ı haritalarda kendi toprakları içinde göstermekteydi. Belki de okullarda, resmi dairelerde, internet sitelerindeki haritalar halen Hatay''ı kapsamakta.

Yıllarca bu olay Türkiye makamlarınca protesto edildi, yetkililer uyarıldı ve haritanın düzeltilmesi istendi. Nerdeyse sorun savaş sebebi olacaktı.

Hatay ilinin Suriye haritasının içinde gösterilmesi, üstad Sezai Karakoç''a sorulduğunda; “Hatay elbette Suriye''nindir. Kayseri de, hatta İstanbul da Suriye''nindir. Aynen Şam''ın, Halep''in bizim olduğu gibi...” demişti.

Bu, ortak bir medeniyetin ve ortak tarihin diliydi.

2002 yılında Ak Parti''nin iktidara gelmesiyle ortaya konan dış politika, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu''daki ülkelerin toprak bütünlüğüne saygılı, siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin güçlü bir şekilde yeniden kurulmasını sağladı.

En zorlu sınav 2003''de ABD ve müttefiklerinin BM izni olmadan Irak''a yönelik halkların özgürlüğünü(!) önceleyen müdahalesiydi. TBMM''nin kararıyla Türkiye sürecin dışında kalmış. Yani Türkiye işgal ordularıyla Irak''a girmemişti.

Karar ABD ve müttefikleriyle, Irak''taki Saddam muhalifi grupları şoke etmiş. Fakat İslam Dünyası''nda büyük bir memnuniyet uyandırmıştır. Belki de Araplar nezdinde Türkler ilk defa bu kadar büyük bir sempati kazandılar.

II. Dünya Savaşı''ndan sonra ABD önderliğinde yapılan tüm müdahalelerde büyük acılar yaşanmış, yerel halklar birbirlerine düşman olmuş veya ülkeler bölünmüştür. Kore, Vietnam, Somali, bunun en önemli örnekleridir.

Yakın zamana, İslam Dünyası''na bakalım: 2001''de ABD, NATO ile birlikte Afganistan''ı işgal etti. 11 yıldır ülkede istikrarsızlık ve kaos devam ediyor. Bu Pakistan''ı etkiliyor. Her gün onlarca masum Afgan ve Pakistanlının ölümüne tanıklık ediyoruz. ABD ve NATO çekildiğinde, halklar arasında oluşan husumet savaşa dönüşmeyecek mi? Taliban mevcut iktidar ve destekçilerinden intikam almayacak mı? Halklar birbirine düşman olmadı mı?

Ya Irak ve Libya... akıbetleri ne olacak? Halklar arasında gergin bekleyiş başlamadı mı?

İslam Dünyası''nda ortaya çıkan, halkların küresel sömürü odaklarına, zalim yönetimlere ve kabile taleplerine karşı “Arap Baharı” olarak adlandırdıkları hareket, en fazla Suriye''yi etkileyeceği de aşikârdı.

Gelinen noktaya baktığımızda bir yanda zulmünü artıran, ölüm kusan Esad güçleri, öte yanda önce sivil gösterilerle başlayıp, silahlı direnişe dönüşen bir muhalefet.

Suriye''nin istikrara kavuşma süresi uzadıkça halklar arasındaki düşmanlık derinleşiyor. Farklı ırklar, dinler ve mezhepler arasında birlikte yaşamanın dinamikleri hızla kayboluyor.

Mevcut yönetimi elinde bulunduran anlayış, yaptığı uygulamaya kendisinin de maruz kalacağı endişesi, sorunun çözümünü zorlaştırıyor. Yılların birikimi, bugün yaşananlar, kin ve intikam duygusunu beslemektedir.

Bu durumun şiddetle giderilmesi gerekir ve ülkede yaşayan dini, etnik ve mezhebi farklılığı olan gruplara devr-i sabık yaratılmayacağına dair güçlü güvence verilmeli. Sorun dış müdahaleden çok, bölgesel dinamikler devreye sokularak çözülmeli.

Türkiye''nin bu bağlamda üstlenmesi gereken misyonu vardır. Kofi Annan''nın girişimlerinin yanı sıra; İslam İşbirliği Teşkilatı, İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamenterler Asamblesi, Arap Birliği, Arap Ligi, Orta Doğu Forumu, sivil toplum örgütleri ve aydınlar daha etkin biçimde rol üstlenmesi gerekir.

İran''la başlayan diploması atağı bölge ülkeleri, Rusya, Hindistan ve Çin ekseninde de sürdürmesi gerekir.

Unutmamak gerekir: Suriye sorunu bölgede tüm dengeleri alt üst edecek potansiyele sahiptir.

12 yıl önce
Suriye, sadece komşumuz değil
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle