|
Yürek coğrafyamız ne kadar dış politikadır?

Geçen günlerde bir okur, yazdığım yazıların dış politika üzerine olduğuna dair bir yorumda bulundu. Kendilerine dış politika ile ilgili yazı yazmadığımı ve tekrar okuması gerektiğini söyledim. İtiraz etti. Defalarca okuduğunu ve genelde Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Afrika ile ilgili yazdığımı bunun da dış politika olduğunu ifade etti.

Ona, doğru söylediğini ama ömrümün büyük bir kısmının bu coğrafyalarda geçirdiğimi ve buraları dış politika alanı olarak görmediğimi söyledim.

30 Ekim 1918"de I. Dünya Savaşı sonunda Mondros ateşkes anlaşmasıyla vatanımızın hemen hemen tamamı işgal edilmişti. İşgal altına alınmayan bölgelerde stratejik önemi olmayan yerlerdi. 1919"da başlayan milli mücadeleyle işgal altındaki vatan toprakları kurtarılmaya çalışıldı.

1921"de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Sakarya Meydan Muharebesi"nde: "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır." emrini vermişti. O günkü şartlar içinde vatanın, üzerinde yaşadığımız kadarını kurtarabilmiştik. Bağdat, Kudüs ve Şam gibi, geri kalanı işgal edildi.

Şartlar "sathı müdafaa" yapmayı öngörüyordu.

Ama bugün şartlar değişti. "Sathı müdafaa" yerini "hattı müdafaa" anlayışına bırakması gerekir.

Tarihin bir döneminde kendi şartları içinde verilen kararlar ilelebet aynen devam edecek değildir. 21. yüzyıldaki gelişmelere bakıldığında yeni stratejiler geliştirme zorunluluğumuz vardır. Sınırlar ve etnik farklılıklar anlamını kaybetti.

"Artık sathı müdafaa yoktur hattı müdafaa vardır. O hat Balkanlar, Kafkaslar, Orta-Uzak Asya, Orta Doğu ve Afrika"dır. Bu alan içinde yazı yazmak ve bu alan içindeki sorunlarla ilgilenmek dış politika değildir artık.

20. yüzyılın belirlediği sınırlar "aynı din, tarih ve kültüre" sahip insanlar için bir anlamı olmamalıdır.

Bugün gelinen noktaya baktığımızda kabile asabiyetlerimizin -ki bunu Hz. Peygamberimiz cahiliye âdeti olarak nitelendirmekte- ne kadar belirleyici olduğunu görüyoruz. Diller, etnik yapılar ve mezhepler arasında derin çizgiler çizilmiş ve bunlar birbirine düşman hale getirilmiş. Oysa farklı etnik ve dil gruplarından olmak Allah"ın bir ayeti. Üstünlük ve farklılık için değil, tanış olmak ve anlaşmak için olduğu emrediliyor.

Dünkü gazetelerde üç ülkenin Cumhurbaşkanlarının aynı masa etrafında toplandıkları bir fotoğraf yayınlanmıştı. Beni etkileyen bir fotoğraftı.

Bu üç adam farklı coğrafyalarda, farklı dillerde ve farklı etnik yapıda olmalarına rağmen aynı dine inanıyorlardı. Mücadele tarzları birbirlerine benziyordu. Ülkelerine ait yazarların dışında ortak kültür havzasından beslenmişlerdi.

Üç lider de "Dicle veya Nil nehri kenarında bir kuzuyu kurt kapsa Allah hesabını Ömer"den (r.a) sorar" anlayışındaydı.

Her üç lider Hz. Ali"nin (k.v) devlet adamlarına öğütlerinden oluşan Nechul Belaga"yı okudular. Eminim ki Ehli Beyte karşı aynı sevgi içindedirler.

Bu üç lider İslam İşbirliği Teşkilatı Liderler Zirvesi için Mısır"ın başkenti Kahire"de bir araya gelen Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad idi.

İran İslam Cumhuriyeti rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamaney İslam dünyasındaki gelişmeleri sadece Ehli Şia penceresinden mi değerlendirecek?

Sudi Arabistan Kralı Abdullah için tek doğru sadece Ehli Selefilik mi olacak?

Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan için siyasi sorumluluk sadece Ehli Sünnet coğrafya için midir? Değildir elbet, olmamalıdır da.

O zaman İslam dünyasında yaşanan sorunlardan kimler sorumlu ve bu sorunları kimlerin çözmesi gerekiyor? Elbette bizler.

Filistin, Afganistan, Pakistan, Irak, Lübnan, Mali ve Suriye"de… öldürülen her Müslümanın hesabını Allah kimlere soracak? Bizlere.

Farklılıklar ayrışmanın bir parçası olarak değil bir zenginlik ve bir rahmet olarak görülmelidir.

Bizler Tuna, Terek, Fırat, Dicle, Nil, Aras, Karın ve Maverünnehir boyunca yaşanan ortak öykülerden oluşmuşuz.

Mevlana ne kadar bize aitse bir o kadar İran"a, Hafız veya Şeyh Sadi Şirazi ne kadar İran"a aitse bir o kadar bize aittir. Şeyh Ahmed El-Cezerî El-Kürdi ne kadar bize aitse o kadar İranlılara ve Araplara aittir. Muhyiddin İbn Arabi İranlıların, Arapların, hepimizin ortak değeridir. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkün.

Biz O"nun kulları ve son peygamberi Hz. Muhammed"in(sav) ümmetiyiz.

Sınırların anlamını kaybettiği, dinlerin varlığının tartışıldığı bir dünyada; İslam Dünyası"nın içine düştüğü bu kabile ve mezhep asabiyetinden kurtulup yeniden "İslam" olması gerekir.

11 yıl önce
Yürek coğrafyamız ne kadar dış politikadır?
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!