|
“Bir daha asla”, ama nasıl?

“Korkunç günlerdi. Elektrik ve su yoktu. Kış aylarındaydık ve bombardıman da her gün devam ediyordu. Ölüler ve yaralılarla doluydu her yer. Annesi doğurur doğurmaz onu terk edince, hastane çalışanları olarak biz ona sahip çıktık; ismini de Alen koyduk.


Evim hastanenin hemen karşısında olduğu için, onu zaman zaman eve de götürüyordum. Alen nihayet yedi aylık olduğunda, Kızılhaç onu bizden almak istedi. Ben ve ailemse Alen’e öyle alışmıştık ki, bırakmaya gönlümüz razı olmadı. Ve onu evlat edindik.”

Bosna Savaşı’nın en şiddetli günlerini Gorajde kentinde yaşayan Muharrem Muhic, müstahdem olarak çalıştığı hastanede 1993 yılının şubat ayında Müslüman bir anneden doğan Alen’le tanışmasını böyle anlatıyor. Alen Muhic, savaş sırasında Sırpların tecavüzü sonucu dünyaya gelen binlerce çocuktan biri. Onun farkı ise, diğerlerinin aksine bu gerçekle açıktan yüzleşmesi ve suçluların adalet önüne çıkarılması için başlatılan kampanyalarda aktif şekilde yer alması.

Alen’in -mahkemelerde şahitlik yaptığı için güvenlik gerekçesiyle ismi gizli tutulan- annesi, savaşa kadar Bosna’nın doğusundaki Miljeniva kasabasında yaşamış. 1992’de Sırpların bölgeyi kuşatması ve ahalinin erkeklerini kadınlarından ayırmasıyla, kendisi gibi yüzlerce Müslüman kadın için de kâbus dolu günler başlamış.

Aylarca Sırp askerlerin kontrol ettiği kamplarda tutulan ve 1992’nin sonunda esir takası yoluyla serbest kalan anne, yaklaşık 200 kadar Müslüman kadınla birlikte Gorajde’ye nakledilmiş. Alen’in bu sırada çoktan hamile olan annesi, zorlu yolculuk ve devamında, karnını korse ve birkaç kat elbiseyle gizlemiş. Mevsim zaten kış olduğundan hamileliği böylece anlaşılmamış ve nihayet Gorajde Hastanesi’nde oğlunu dünyaya getirmiş.

“Bebeğinin yüzünü bile görmek istemedi” diye hatırlıyor Muharrem Muhic, “Onu emzirmedi de. Ertesi gün, sabah erken saatlerde bebeği bırakarak hastaneden ayrıldığını fark ettik. Anne ve bebek, birbirlerini bir daha görmedi.”

Savaş boyunca Sırpların tecavüzüne uğrayan yaklaşık 30 bin Boşnak kadından biri olan Alen’in annesi, kuşatma altındaki Gorajde’den tek çıkış yolu olan Grebak patikasını kullanarak önce başkent Saraybosna’ya, ardından da ABD’ye gitmiş. Orada evlenen ve iki erkek çocuk daha dünyaya getiren anne, oğlu Alen’le şimdiye dek sadece birkaç kez telefonda görüşmüş, o da birkaç cümlecik…

11 yaşına kadar Muharrem Muhic ve eşi Advija’nın evladı olarak çok mutlu bir çocukluk geçiren Alen, bir gün okulda arkadaşlarının kendisine ‘Çetnik p…’ demesiyle büyük şok yaşamış. Muharrem ve eşi, evde kendilerine bunu soran Alen’e gerçeği böylece açıklamaya karar vermişler.

İlk önce büyük bir öfke duyduğunu söylüyor Alen Muhic. “Ama sonra, gerçekle yüzleştim” diye anlatıyor, “Başta anneme karşı da öfke doluydum, fakat onun hiçbir suçu olmadığını düşünüyorum şimdi. Annemle ve üvey kardeşlerimle tanışmak istiyorum.”

Alen’in biyolojik babası olan eski Sırp askeri, 2007’de Saraybosna’da mahkemeye çıkarılmış ve 5 buçuk yıl hapse mahkûm edilmiş. Ancak ertesi yıl iki gizli tanık ortaya çıkıp Alen’in annesiyle babasının savaştan önce sevgili olduklarını iddia edince, dava düşmüş ve babası beraat etmiş. Alen, “O bir savaş suçlusu. Onu asla affetmeyeceğim” diyor.

***

Yakın tarihin en korkunç soykırımlarından biri olan Bosna Savaşı’na (1992-95) dair böyle sayısız çarpıcı hikâye var. Belgeseller hazırlanıyor, filmler ve diziler çekiliyor, kitaplar yazılıyor, festivaller düzenleniyor… Bosna Savaşı’nın ne büyük dramları ve acıları içerdiğine dair artık epey bilgi sahibiyiz. Her yıl yapılan anma törenleri de zaten, bu trajedileri tekrar tekrar hatırlamamıza yardımcı oluyor. Savaşla ilgili bilgi dağarcığımız bu sayede oldukça zengin.

Acıları hatırlamak ve kurbanları anmak, hiç şüphesiz anlamlı bir eylem. Ancak “Bir daha asla” diyerek bir daha gerçekleşmesine kesinlikle izin vermeyeceğimizi haykırdığımız katliam ve soykırımların durmaksızın tekrarlanabilmesi de epey düşündürücü değil mi? “Unutmayacağız, unutturmayacağız” dediğimiz şeyler, artık rutine bağlanıp başka coğrafyalarda tekrarlandığında, insanın sloganlara inancı da kalmıyor.

Dün yıldönümünü idrak ettiğimiz Srebrenitsa Katliamı’nda vahşi biçimde katledilen yaklaşık 9 bin kişinin ardından söylenenleri dinlerken, yine aynı şeyi hissettim. “Bir daha asla” dendi yine bol bol. Ancak İslâm dünyası, Srebtenista’dan önce de sonra da herhangi kitlesel bir kıyıma son verebilmiş değil. Aksine, umudunu dış güçlerin birbiriyle kapışmasına bağlamış, gözü önündeki kıyımları bitkin şekilde seyreden kalabalıklara sahibiz.

Gün gelecek, bugün Suriye ve diğer ülkelerdeki katliamları da renkli törenlerle anacağız. Belki savaş suçluları mahkemelere çıkarılacak. Olayların ayrıntıları yazarlarımıza, şairlerimize, sinemacılarımıza ilham verecek. Çok da edebî üretim yapılacak, yaşananların anılması için. Tarihteki başka acılarda hep olduğu gibi.

***

Şu sorunun sorulmasının vakti geldi çoktan: “Bir daha asla”, ama nasıl? Tüm bu trajedi ve katliamlar silsilesinden sonra, tarihten ders alarak, önleyici mekanizmaların nasıl kurulup çalıştırılacağına da kafa yorulması gerekiyor.

Yoksa ölen ölüyor, kalanlar da onların arkasından etkinlik düzenliyor.

#Bosna Savaşı
#Saraybosna
#ABD
7 yıl önce
“Bir daha asla”, ama nasıl?
‘Ve toprak bağırmadıkça kesilen bir kurban gibi’
İngiliz Yahudi medeniyetinin ölümü kimin eliyle olacak?
Ey iletişim!..
Sıkılaştırmanın reel kesim üzerindeki etkileri giderek belirginleşiyor!
Soykırımcıya ayakta alkışlar kime yarar?