|
27 Mayıs: Demokrasi sürecinde kara bir leke

1923 sonrasında CHP idaresi altında yönetilen Türkiye’de, tedrici biçimde artan bir baskı ortamı söz konusu olmuş ve zamanla tek parti idaresi kurumsallaşma eğilimi göstermiştir. Özellikle Takriri Sükun Kanununun hemen ardından 1925 öncesine oranla görece demokratik ve çoğulcu olan basın, bir tehdit olarak algılanmış ve birçok gazete kapatılmıştır. Ahmet Emin Yalman’ın anılarında ifade ettiği üzere 1925’ten kabaca 1935’lere kadar rejime tehdit olabileceği vehmiyle her türlü gazete ve gazeteci paranteze alınmış ve tek parti kendi varlığını güçlendirerek yola devam etmiştir.

Süreç içerisinde demokrasinin seyrinde de sorunlar yaşanmış ve bu sorunların çözümü adına çok partili hayata geçiş denemeleri söz konusu olmuştur. Muhalefetsiz bir ortamda otoriterleşme tehlikesinin kaçınılmaz olduğunu düşünen Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy gibi isimlerin Terakkiperver Fırka girişimi basında Türkiye’nin demokratikleşmesi için önemli bir fırsat olarak görülmüştür. Benzer bir eğilim 1930’un başlarında Fethi Okyar liderliğinde Serbest Fırka ile denenmiş ve geniş halk kitleleri desteğine mazhar olan parti, kısa süre içerisinde bir tehdit olarak algılanmıştır. Her iki partinin farklı gerekçelerle varlıklarını sürdürememeleri, Türkiye’de demokrasinin kalıcılaşması ve güçlendirilmesi açısından sorunların yaşanmasına neden olmuş ve bu sorun uzun yıllar sürecek bir tek parti idaresinin otoriterleşmesini kaçınılmaz kılmıştır.


Demokrat Parti

Her iki parti de kurulduğu günlerde hem basın hem de geniş halk kitleleri nezdinde kuvvetli bir ilgiye konu olmuş ve halkta demokrasiye yönelik beklentilerin ne düzeyde olduğunu göstermişlerdir. 1945 yılına gelindiğinde, uzun yıllar süren tek parti otoritesine yönelik içeriden eleştiriler artmış ve tek partinin sert ve otoriter yönetimine yönelik eleştiriler açıktan dile getirilmiştir. CHP içerisinde başlayan muhalefet, zamanla partinin birçok programına yönelik eleştirileri gündeme getirmekten imtina etmemiş ve muhalefetin önemli isimleri CHP Meclis Grubu Başkanlığına verdikleri belgeyle (dörtlü takrir) demokratik usullerin daha geniş biçimde tatbik edilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Tek partiye, parti içerisinden gelen bu sert eleştiriler zamanla tabana yayılmış ve muhalefetin yeni bir parti çatı altında kurumsallaşacağı basında tartışılmıştır.

Dörtlü takririn altında imzası bulunan Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü gibi isimlerin partiden ihraç edilmesi yeni parti tartışmalarına hız vermiş ve nihayet 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti (DP) kurulmuştur.
Toplantı ile deklare edilen yeni partiye ilişkin çeşitli soru işaretleri söz konusu olmuş ve bir basın mensubunun Bayar’a sorduğu “partiniz sağ mıdır sol mudur”? sorusuna Bayar, “Partimiz demokrattır, programımız incelendiğinde orada yerimiz belirlenir” cevabını vermiş ve partinin siyasi programı ve niteliğine ilişkin bir açıklama yapmıştır.
1946 seçimlerindeki tartışma ve şaibe iddialarını bir kenara bırakırsak DP, 1950 yılında yapılan seçimlerde önemli bir başarı sağlamış ve “Yeter Söz Milletin” sloganı ile geniş bir kitle desteği sağlamıştır
. Kısa süre içerisinde bu toplumsal desteği artıran Demokrat Parti, her girdiği seçimde ciddi başarılara imza atmış ve başta kalkınma olmak üzere birçok alanda radikal işlere imza atmıştır. DP’li politikacıların anılarında da görüleceği üzere, partililerin gittikleri her yerde önemli ölçüde teveccühe mazhar olmaları, partinin ne denli bir toplumsal talebe karşılık geldiğini de göstermektedir.

Söz konusu bu destek, komisyonlar üzerinden çok yoğun biçimde tartışılan DP icraatları ve siyasi sıkışmışlığın yaşandığı 1960’lara kadar devam etmekte ve partinin önemli isimleri, Türk demokrasisini tahkim eden siyasetçiler olarak konumlandırılmaktadır. Tam bu ortamda tedrici biçimde DP’ye yönelik muhalefet artmakta ve basın üzerinden genişleyen bir eleştiri dalgası söz konusu olmaktadır. Özellikle İnönü’nün damadı Metin Toker’in sahibi olduğu Akis dergisinde başlayan muhalefet, zamanla yerini gerçekçi olmayan birtakım iddialara bırakmakta ve Demokrat Parti’ye yönelik karalama kampanyalarına dönüşmektedir.


Darbe Süreci

Adnan Menderes’in günlüklerinden ve Celal Bayar’ın anılarından da takip edileceği üzere, DP’ye yönelik muhalefetin radikal bir hal alışı, darbeye giden süreci anlamak açısından önemli. Nitekim Menderes günlüklerinde darbeden bir gün önceki Eskişehir mitinginde “birtakım kişi ve kurumlar öğrencilerimizi makinelerden geçirerek kıyma haline getirdiğimizi yazıyorlar, ben hükümetin başıyım ne böyle bir emri veririm ne de bir başkasının vermesine izin veririm” diyerek partiye yönelik bu iddiaları reddetmiş ve basındaki kara propagandanın nerelere vardığını göstermiştir.

Fakat hemen bir gün sonra darbe haberini kendisine ileten Hasan Polatkan’ı gördüğünde, durumun ciddiyetini anlamış ve bir darbe yolu ile DP’nin devrilmek istendiğini kavramıştır. Akabinde yaşananlar hem hukuk hem de siyaset açısından hatırlanmaması gereken bir tablo ortaya çıkartmış ve 27 Mayıs demokrasi tarihimiz açısından bir utanç vesikası olmuştur.
Sonraki darbeler açısından kötü bir örneklik teşkil eden 27 Mayıs, siyasetin alanını daralttığı gibi siyasetçilerin özgür biçimde yönetimde kalmasını zorlaştırmış ve her koşulda bir darbe yapılacağı vehmi siyasetçiler açısından ciddi travmalara neden olmuştur
. Bu nedenle,
demokrasinin her hal ve şartta desteklenmesi ve bürokratik vesayetin hiçbir
koşulda siyasetin alanını daralt
masına izin verilmemelidir.
Aksi takdirde farklı bürokratik mekanizmalar aracılığıyla darbe ya da siyasete farklı şekillerde müdahale sürecinin önü açılabilir ve Türk demokrasisi mevzi kaybedebilir.
#27 Mayıs
#CHP
#tarih
#Turgay Yerlikaya
22 gün önce
27 Mayıs: Demokrasi sürecinde kara bir leke
Bir dahakine kesin seçer bu millet
Arafat: Dönüşü olmayan yeni bir yol
G-7 zirvesi ve beklentiler
Sosyal denge tazminatı ödemesinde geçici görev ayrıntısı
Korku ile umut arasında direniş ve dirilişe öncülük etmek…