|
Bu vesayet düzeni değişmez…

Demokrasi konusundaki adımlar; askerî ve yargı bürokrasisinin toplam sistem üzerindeki vesayetini geriletebilir; uzun vadede bir daha benzeri işler yapmayacaklarını sağlayabilirsiniz. Ama bir alan var ki orada çöreklenmiş vesayet sistemini değil değiştirmek yerinden oynatmak bile mümkün değil.

O alan bizim mesleğimiz; yani basın yani medya…

Darbelerin, rejim bunalımlarının tamamında suç ortağı olarak çalışmış ve daima rantını yemiş bu sektörde, kalan bütün alanlarda herşey değişse bile sistemin tek bir vidası yerinden oynamıyor.

Mustafa Karaalioğlu, geçtiğimiz haftalarda reklam sektöründeki ağır çarpıklık üzerine Star gazetesinde iki yazı kaleme aldı. Bir soru sordu Karaalioğlu: "Bu sektörde neden iki kere iki bazen dört bazen kırk bazen de yarım ediyor" anlamında basit ve yalın bir soruydu…

Meselâ, kimi gazeteler tirajlarının üç katı reklam geliri elde ederken; kimi gazetelerse tam tersi tirajlarının üçte biri kadar reklam geliri ancak alıyordu.

Aynı gazetede Elif Çakır da değindi konuya.

Cevap namına bir iki sol yazar Karaalioğlu"nu suçlayan yazılar kaleme aldı. Sermayenin hareket biçimini sorgulayan ve çok açık bir soru soran bir yazıya verilen cevapların soranı yargılaması o sol kalemlerin kendi çelişkisi.

Geri kalan, sorunun asıl muhataplarından bir cevap gelmedi.

Gelmez de…

Çünkü, bu güçlü vesayet sisteminin sürmesini isteyenler, haksız ve ağır şekilde asıl rantını yiyenlerin en eski taktiği sessizlikle karşılamak, yok saymaktır.

Öyle yaptılar.

Ama meselâ tam tersi bir durum bir günlüğüne bile yaşansa herhalde yer yerinden oynardı, değil mi?

Yalnız gözden kaçmasın: Reklam meselesi sadece para meselesi değil. Hiçbir zaman da öyle olmadı.

Burada tartışılan da paranın kendisi değil; o paranın sonra kullanılma biçimi; kullananların görüşü, ideolojisi, hayata bakışı ve bütün bunların popüler kültür ürünleri olarak toplumun üzerine boca edilmesi.

Doğan Hızlan"ın bahsetmediği yazarın, Radikal"de eleştirisi çıkmamış kitabın, Doğan Yayıncılık"ın basmadığı eserin, Milliyet"in uğramadığı kültür merkezinin bütün ülkede yok sayıldığı/satamadığı bir vasattan söz ediyorum.

Bu mesele, sonunda bütün entelektüel ortamı belirler hale geliyor medyanın günümüzdeki gücü sayesinde.

Sezai Karakoç, Mehmed Akif kitabında "2. Abdülhamid bir Bismark zeka ve planına sahipti, fakat pençesinden mahrumdu" kıyasını yapar.

Karakoç"un tanımıyla, Bismark"ta olup Abdülhamid"de olmayan o "pençeler" aydınlardır.

Günümüzde medyadaki vesayet sistemi, bu "aydınsızlığın" birinci ve asıl sebebidir.

Tanzimat"tan bu yana bu ülkede bu alanda evet "iki mahalle" vardır.

Bugün tartıştığımız a"dan z"ye bütün, ama bütün meselelerin bir tartışma konusu olmasının temel sebebi de bu "mahalle"nin ikiliği nedeniyledir.

O yüzden meselâ Ertuğrul Özkök rahatlıkla yarısı ya sadece "küfürbaz" ya "kimsenin okumadığı" ya "yazarlık bile yapmayan" insanları da "kıskanılan yazar" diye satmaya çalışır. Çünkü mahallesinin dolayısıyla kendi çıkarlarının üst örgüsüne bir ilmek daha atmaktadır.

Daha da yüz bin örnek sayabilirim.

Velhasıl reklam gelirlerinin bu kadar haksız, orantısız, çarpık dağıtılabiliyor olması büyük cürettir ama arkasında güçlü bir geçmiş ve işler normale döner, bu vesayet sistemi çökerse kaybedecek çok şeyleri var.

Basın sektöründe reklam tarihçesinin işgal altındaki İstanbul"a bir Fransız haber ajansı yöneticisi tarafından kurulmasıyla başlıyor olması belki bütün talihsizliğimiz…

Bir yanıyla da "kendi mahallemiz"in talihsizliklerine, kusurlarına bakmak gerek…

Bir başladı mı "cinayet, hırsızlık, dolandırıcılık, trafik kazası, cinayet, yaralama, kaza, cinayet" silsilesini merkezine oturtan ana haber bültenlerini en çok izleyen; üçüncü sayfa haberlerinin renkliliği arttıkça o gazeteyi daha çok okuyan millete…

İster Abdülhamid"den ister günümüzden örnek verin, bir plan ve zekası olan güçlü yöneticilerin mahrum olduğu "pençe"nin yani "aydın"ın yokluğuna ya da "bu mahallede yok sayılmasına"…

Dünyada bile hatırı sayılır bir ekonomik güç kabul edilen miktarda para kazanan "bu mahallenin" zenginlerine de bakmalı…

"Kaplumbağa Terbiyecisi" gibi köpürtülmüş bir eserin elden ele gezmesini seyretmek ya da verili, dayatılmış, zorla öğretilmiş karşı estetiğine özenerek bu tarafa uyarlanması hiç değil kültür ya da entelektüellik…

Okuyucusu, aydını, yöneticisi, zengini… kendi idealinin hayata geçmesi için medya ve dolayısıyla sanat, kültür, felsefe, sanat alanında hangi yatırımı hakkıyla yapıyor? Var olanın kalitesinin artması için kim, ne kadar katkıda bulunuyor?

"Karşı mahalle"nin taammüden işlediği suçlar kadar kendimize de bakalım.

* Karaalioğlu"nun sözkonusu yazıları için; http://haber.stargazete.com/yazar/reklam-butceleriyle-korunan-eski-medya-duzeni/yazi-710609 ve http://haber.stargazete.com/yazar/inkar-edilemez-reklam-gercekleri/yazi-712479

11 yıl önce
Bu vesayet düzeni değişmez…
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile
Deprem gerçeği, ekonomi güvenliği ve TOBB Genel Kurulu’ndan yansıyanlar