|
"elma kokulu ölümler"

"... Baharda doğduğu için Adar koymuştu babası adını;

Kışın doğana anası Berfe dedi.

Dedesinin adını verdiler ilk oğlan çocuğa; Ahmedi oldu.

Civan dediler bir başkasına, daha doğduğunda uzun boyluydu...

Dilan, Heval, Zozan, Şermin, Rojbin, Havar, Birindar, Dicle, Zare, Sorin... binlercesi daha ne olduğunu anlamadan bu dünyaya birer fotoğraf karesi olarak veda etti...

Büyük demir kuşlardı son hatırladıkları...

Çok gürültü çıkarmışlardı büyük demir kuşlar.

İlk defa bu kadar yakından görmüştü uçakları çocuklar.

Çocuklar ve uçaklar çok yakındı o gün, en yakın...

Kimi hayret ve sevinçle baktı; kimi korkuyla...

Oysa bu dünyada gökyüzünü son görüşleriydi...

...

Takvimler 16 Mart 1998"i gösteriyordu.

Bir çocuk bağırdı; "zarok got, daye... binha seva te..."

"Elma kokusu geliyor anne", diyordu çocuk...

Bağıra bağıra koşuyordu...

Yüzünde bir mutluluk...

Henüz "elma kokusunun" tehlikeli olmadığı günlerdi...

Kısa sürdü.

Birinci Dünya Savaşı"ndan bu yana kullanılan gazlardan biri olan damıtılmış iperit nefesiyle gözlerini aynı anda yakmaya başladı.

Taşa takıldım sandı...

Olduğu yere kapaklandı.

"Anne, elma..." demek istedi yeniden.

Sesi çıkmadı.

Gözlerinden yaşlar geliyordu.

Düştüğünü gören annesi yüreğinde uçakların saldığı belirsiz korku

oğluna doğru koşmaya başladı.

Sonra o da dizlerinin üzerine çöktü.

Anlamıştı...

Uçaklar, elma kokusu, ciğerlerinde yanma, gözlerden gelen yaş...

Biraz daha süründü.

Oğlunun yan dönmüş, gözleri açık kıpırdamadan kendisine doğru baktığını gördü son kez.

Eli uzandı... öylece kaldı... gözleri açık...

...

Beş binden fazla Halepçeli o gün elma kokulu Hardal gazıyla zehirlendi.

Analar çocukları kucaklarında evlere sığınmaya çalışırken can verdi basamaklarda.

Kediler sahiplerinin yanına boşuna koşmuştu can havliyle; yan yana hayata veda ettiler...

Hepsi sanki uyuyor gibiydi.

Sanki ölmemişlerdi...

Öldürülmemişlerdi...

Kükürt içerikli kimyasal bir silah olan Hardal gazını soluyanların ciğerlerini eritmişti oysa...

Kimi kaslarına giren şiddetli kasılmalarla felç olmuş; kiminin belkemiği bile kırılmıştı...

İç organları çoktan asite bulanmış gibiydi kiminin...

En son deriye hasar verdiği; elbise üzerinde iz bırakmadığı için yerde yatanlara ne olduğu anlaşılamazdı ilkin...

Oysa şanslı olanlar hemen; şanssız olanlar saatlerce can çekişip veda etmişti... Batı ülkelerinde icad edilip üretilip çoğaltılıp kendilerini öldürmesi için diktatörlere verilmiş kimyasallarla...

Ortadoğu"nun güzelim bir dağ kenarındaki, doğup büyüdükleri kasabalarında..."

...

Bir belgesel için Halepçe"deki katliamı böyle kaleme almıştım.

Bilemezdim, 21. yüzyılda bir kere daha bunları yazmak, okumak zorunda kalacağımı...

Ta ki dün ajanslar o melek yüzlülerin yan yana yatan sessiz fotoğraflarını geçene kadar...

Hardal gazı yerine sarin; Adar, Berfe, Ahmedi, Civan, Dilan, Heval, Zozan, Şermin, Rojbin, Havar, Birindar, Dicle, Zare, Sorin yerine Aişe, Darimî, Zeynep, Abdülazim, Elfiye, Fedaî, Abbase, Hanzala"ydı bu sefer...

...

Şimdi, "yalnız kaldık" "sıfır sorun ne oldu?" diyenler cevaplasın o fotoğraflara bakarak:

"Bunu yapanla herhangi bir komşuluk, dostluk ilişkiniz olması mı tercihiniz?"

Cevap verirken, El Cezire"ye katliam sonrası demeç veren Suriyeli yetkilinin sözlerini de hatırlayın: "Ordumuz başarıyla mücadele ediyor. Kimyasal silaha niye ihtiyaç duyalım?"

Savunmaya dikkat edin; "Asla kullanmayız" demiyor, "Şu anda ihtiyacımız yok" diyor.

Muhatabınız, kolladığınız zihniyet bu işte...

11 yıl önce
"elma kokulu ölümler"
Savunmadan taarruza: Yüz yıllık bağımsızlık mücadelesi ve zafer..
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!