|
Savunulamayan bir rapor…

Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi (JPC)"in Türkiye raporuyla ilgili ABD Elçisi Ricciardone"nin konutunda resepsiyon vereceğini öğrenince sevinmiştim.

Komite"nin raporu önceki yıllara göre çok ağırdı ve raporun alt başlığı bile bunu anlamak için yeterliydi: "Gazetecilerin Hapsedildiği ve Muhalefetin Suç Sayıldığı Karanlık Günler."

Rapora göre Türkiye"de 76 kişi gazetecilik yaptığı için cezaevindeydi.

Bu 76 kişinin isimlerinin yayınlanmasından sonra Adalet Bakanlığı da listede adı bulunanlardan mahkumiyeti kesinleşmiş 11"i hakkında açıklama yaptı.

Bakanlığın verdiği bilgilere bakılırsa sözkonusu isimlerin gazetecilik faaliyeti nedeniyle hapiste olduklarını rapor etmek insafsızlıktan da öte bir durum.

Rapor mu haklı bakanlık mı, merakımız giderilir umuduyla gittik resepsiyona.

Komite adına Kati Marton yapacaktı açıklamaları. Zarif ve güleryüzlü Marton"un, Türkiye"de de yakından tanınan ve 2 yıl önce vefat eden diplomat Richard Holbrooke"un eşi olduğunu da orada öğrendik.

1955 yılında memleketi Macaristan"da UPI muhabiri annesiyle AP muhabiri babası CIA ajanı olmak suçlamasıyla evden alınıp götürüldüğünde 7 yaşındaki Kati doğal olarak bunu unutmuyor. Bir yıla yakın tutuklu aydınların çocuklarının barındırıldığı bir yurtta kardeşiyle kalıyor.

Bundan sonra hayata ve gazeteciliğe bakışında bu kötü anıların büyük etkisi olduğu açık.

Aktivist bir gazeteci olan Marton 1998 yılında Saray Cezaevi"nde yatmakta olan Ragıp Duran"ı ziyaret ederek tutuklu gazetecilerin durumuna o zaman da dikkat çekiyor.

Dolayısıyla hem eşi nedeniyle hem kendi görevleri nedeniyle Türkiye"yi uzun yıllardır tanıyan ve takip eden bir isim.

Resepsiyondaki klasik açılış ve açıklamalardan sonra gazetecilerle soru-cevap bölümüne geçildiğinde ise genelde söyledikleri tek bir cümlenin farklı açılımları oldu: "Türkiye"de gazetecilerin ve gazeteciliğin sorunlarına ışık tutmak; daha demokratik ve özgür bir ortamda mesleklerini icra etmelerine yardımcı olmak…"

Kati Marton"a göre Türkiye"deki "korku iklimi endişe verici"ydi…

Somut olarak bakanlık açıklamasındaki isimlerin listede yer almasının doğru olup olmadığını sorduğumuzda ise sayıların önemi olmadığını vurguladı.

5 yıl başkanlığını yaptığı ve 20 yıldır içinde çalıştığı JPC"in raporlarına güvendiğini; bütün isimlerin tek tek araştırıldığını ve zaten Komite raporlarında bugüne kadar tek bir hata bulunmadığı gibi iddialı bir cümle de kullandı.

Tekrar tekrar listenin tamamının gazetecilik nedeniyle tutulu ve hükümlülerden oluşup oluşmadığını sorduk. Bakanlık açıklamasına göre ciddi ceza suçları işlemiş görünüyordu kimi isimler. Marton, kendi ailesiyle ilgili anekdotu aktarırken bir cümle ekleyerek meseleye nasıl baktığını da açıklamış oldu: "Devlet hoşlanmadığı şahıslara suç isnatlarında bulunabilir…"

Ve ısrarlıydı: Demokratik gelişmenin biricik ayırıcı vasfı özgür basındı. Ve bütün bunları bizim iyiliğimiz, demokrasimizin gelişmesi için yapıyorlardı.

Benimse tam da kendisinin anlamadığını düşündüğüm şey buydu: Eğer gazetecilerin mağduriyetiyle ilgili bir liste yaparken o listenin güvenilir ve sağlıklı olmasına dikkat etmezseniz basın özgürlüğüne hiç bir katkınız da olmaz.

Türkiye"de basın özgürlüğü önündeki bütün engellerin aşılması için bizim de destek verebileceğimiz bir rapor sunabilseler; savunmakta zorluk çektikleri bir listeyi öne sürmeseler çok hayırlı bir iş yapmış olacaklardı.

Listenin tek tek kontrol edildiği ve kesinlikle hata olmadığı ise maalesef doğru değil. Bizzat o listenin oluşumunda katkı sağlayan uzmanlardan birisi de resepsiyondaydı ve itirazımı kendisine de yaptığımda "Listedeki en azından 60 kişinin durumu böyle" dedi. Aslında kimse listenin tamamını savunmuyordu.

Özetle, resepsiyon sorulara cevap bulunabilen bir yer olmadı.

Kati Marton 28 Şubat"ın göbeğinde ziyaret ettiği cezaevi çıkışında bile bu kadar sert bir ton kullanmamıştı.

Şüphesiz haksız yere hapse girmek her dönem ve her ülkede rastlanılan bir durum; şüphesiz "emniyet ve yargının tüm uygulamaları önyargısız ve haklıdır" denemez. Bizzat son yıllarda kimi gazeteci arkadaşlarımızın tutuksuz yargılanmasını defalarca bizler dile getirdik.

Ama ne 1955 yılındayız ne Macaristan"da ne de hatta 28 Şubat"ın ortasında…

Dünkü köşesinde Star gazetesi yazarı Nasuhi Güngör, "Yakın bir tarihte Washington"dan gelen kimi isimleri dinleme şansım oldu. Henüz tam olarak ifade edilmese de, Türkiye üzerinde konuşulan şöyle bir tez var. Obama"nın yeniden seçilmesiyle birlikte, Ankara"daki iktidar dengelerinin değişmesi yönünde kuvvetli bir rüzgar esecek. Bu tezin temel dayanağı şu: Ankara"daki iktidar yapısı demokrat bir çizgiden koptu ve baskıcı bir yapıya dönüştü." diye yazdı.

Anlaşılan o ki bu ve benzeri raporlarla bir müddet daha karşılaşacağız…

12 yıl önce
Savunulamayan bir rapor…
Siyasi bunalım ve ayrıcalıklı konumlar
Enflasyonun önceliği
Kamu yönetiminde pandemi ile öğrenip sonrasında unuttuğumuz kritik bilgiler
Uluslararası hukûkun üzerine düşen gölge
Emperyalizmin küresel hegemonyasının anahtarı: Türkiye’de laik devrim, İran'da “İslâmcı” devrim