Alimin ölümü alemin ölümü gibidir.
Bediüzzaman Said Nursi'nin talebeliğini yapan Erzurumlu Mehmet Kırkıncı Hoca ile Said Özdemir hocanın vefatları arka arkaya geldi.
Bu hafta içinde iki kıymetli insanı asıl mekanlarına uğurladık.
Allah ikisine de rahmet etsin.
Mehmet Kırkıncı Hoca'yı 12 Eylül 1980 darbesinin öncesinde Hikmet Pırıltıları adlı eseriyle tanımıştım.
Risale-i Nurlardan ilham alarak yazılan bu eseri özellikle kader konusunda kafası bulanık olanlara şiddetle tavsiye ederim.
Söz, Risale-i Nur'lardan ve talebelerinden açılınca Bediüzzaman Said Nursi'yi anlatmamak olmaz.
*
Onun iktisat, kanaat hakkındaki düşünceleri ve yaşantısını bilmeden onu tanımak zor.
Az uyuyan, çok çalışan; az yemek yiyen, kendinden çok başkasını düşünen bir adam.
Zaman oldu, açlığa, fakirliğe kanaat getirdi; ama, kimseye el açmadı, yüzsuyu dökmedi, kimseden yardım dilemedi, kimsenin minneti altına girmedi.
Ne zekât aldı kimseden, ne de sadaka. Hediye kabul etmezdi.
Yemek için yaşamıyor; yaşamak için yiyordu.
*
Kendisi ve bilhassa talebeleri, dışarıdan alacakları yiyecek ve içecekleri kimsenin göremeyeceği şekilde taşıyıp eve getirirlerdi.
Tâ ki, o nimetin üzerine kimsenin nazarı düşmesin, onda kimsenin gözü kalmış olmasın.
Hatta, fırından bir ekmek aldıracak olursa, onu da kimsenin gözüne görünmeden torbanın içine konularak getirilmesini tembihlerdi.
*
Kahvaltı yaptıkları bir gün, eline bir parça ekmek alıp, talebesine şunları söyler: Hüseyin, bak kardaşım. Birisi seninle bir dilim ekmek paylaşırsa, yahut bir elmayı bölüşürse,
*
Talebesi anlatıyor: Bir defasında bir obaya gittik.
Yaşlıca bir çoban bizi görünce, elpençe divan hürmetle selâma durdu.
Üstad, ona şöyle dedi: 'Çoban efendi. Bu civarda on iki gün kadar kalmak istiyoruz.
Şayet ihtiyacımız olursa, senden parasıyla alırız. Şimdilik bizim kendi malzememiz var.'
Ve tam on iki gün boyunca bunlarla idare ettik.
12 günde 2 kişinin yediği: Bir tas bulgur ve yarım bardak tereyağı.
*
Nasıl yaşıyorsun diye soranlara şöyle derdi;
“Ben, iktisat ve bereketle yaşıyorum.
“Altı aydır, otuz altı ekmekten ibaret bir kile buğday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiş.”
“Ramazan'da, üç ekmek, bir kıyye pirinç bana kâfi gelmiştir. Hattâ o pirinç, on beş gün Ramazan'dan sonra bitmiştir.”
“Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâfi geldi.”
*
İktisatın ne olduğunu hem en iyi anlatan, hem de en iyi yaşayanlardan biri.
Yazdığı eserlerden gelen teliflerle geçindi.
Ne kimseden para ve hediye kabul etti, ne de özel işlerinde kendisine hizmet ettirdi.
Hayatının üçte biri hapiste, geri kalanı da sürgünde geçti.
Çileli geçen hayatı yüzünden uyamadığı iki sünnet vardı: Evlilik ve sakal.
Siyasetle tek ilgisi onlara mektup göndererek uyarmaktan ibaretti.
Şanlıurfa'da bir otel odasında öldüğünde üzerindeki e
maddi hiçbir şeyi yoktu.
Bıraktığı tek şey 6 bin sayfalık Risale-i Nur Külliyatı oldu.
Hayatı buna şahit.