|
Akademik yozlaşma veya laubalilik ve şımarıklık sorunu

Siyasette, öğretmenlikte, yargıda, şurada burada havada uçuşmaya başlayan militanlık laflarının ciddiye alınabilir, tartışılabilir bir yanı yok. Bir tespit veya eleştiri olsun diye değil, içten gelen duyguların bir nefret ve sövgü ifadesi olarak kullanıldığı çok belli. Belki bu duygulara yol açan sebepler üzerinde elbette durulabilir. Muhalefetteki kifayetsiz muhterislik bir noktadan sonra ulaşamadığı her şeyi kerh ile söyletmeye yöneltiyor. Bu noktadan sonra tribündeki holiganlar gibi karşı takımın oyuncusuna, yöneticisine, yetmiyor kendisine iltimas geçmeyen hakeme de ağız dolusu sövgülerde bulunmaya sevk ediyor.

Bu kabil sözleri ciddiye alıp karşılık vermek hem akla hem vakte hem takate ziyan. Ona karşılık gelecek dil tribünün öbür tarafından aynı dille hitap etmek oluyor ki, o da ayrı bir fecaat olur. Siyaseti düşürdükleri seviyeye yazıklanmaktan başka bir şey gelmiyor elden.

Burada militanın etimolojik, felsefi anlamı üzerine bir yoklamaya girişmenin hiç lüzumu yok. Ancak bu dili kullanan kesimin bütün kavramsal, sembolik sermayeyi kendine mal etme konusunda ne kadar pişkin ve kural tanımaz olduğunun bir örneğini akademide görüyoruz.

Akademi ile özgürlük genellikle bir arada düşünülen iki kavram. Akademik özgürlük, bilimsel üretimin en önemli şartıdır ve siyasetin müdahalesinden baskısından özgür olması başarılı üretiminin olmazsa olmaz koşuludur. En son Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör ataması dolayısıyla sahneye konulan protestolar ülkede akademik özgürlük sorunu değil, ciddi bir akademik şımarıklık sorunu olduğunu göstermişti. Çünkü yapılan şey akademiye bir müdahale değil, neticede üniversite yönetiminin akademik üretime doğrudan bir etkisi yok. İtirazlar sadece atanan şalsın siyasi kimliğine idi. Orada akademisyenler ileri derecede militanca siyasallaşmamış olsa atanan şahsın siyasi kimliğine dikkat bile etmezlerdi, çünkü öyle veya böyle her akademisyenin bir siyasal kimliği veya iltisakı olabilir ve üniversite her türlü siyasal kimliğin birlikte olabileceği, birbiriyle tartışabileceği kozmopolit bir alandır. Gerçekten sadece akademik saiklerle hareket ediliyor olsa atanan şahsın siyasi kimliğine değil sadece akademik performansına bakılırdı. Tabii ki siyasi kimlikten yola çıkılarak akademik performansına veya kalitesine atılan çamurlardan bahsetmiyoruz.

Türkiye’de akademik özgürlük lakırdısının başlayıp geldiği nokta, akademisyenin akademik faaliyetindeki özgürlüğü değil, kendi kürsüsünü bir siyasi görüşün militanı olarak kullanabilme özgürlüğüne indirgenmiş durumda.

Marmara Üniversitesi’nde bir öğretim üyesinin sınav sorularında sergilediği laubaliliği hiç kimse hiçbir akademik özgürlük felsefesinin hiçbir yanına yerleştiremez. Orada bir akademisyenin, akademik ilgilerinin çok ötesinde ve sadece siyasi hıncını, nefretini işine militanca ve sululukla karıştırması sözkonusu. Bu tarz davranışlar sergileyen bir akademisyenin yaptığı işe de, öğrencilerine de, çalıştığı üniversite kurumuna da hiçbir saygısı yok demektir.

Bir akademisyen, bugünün bütün üniversitelerinde Recep Tayyip Erdoğan’a da AK Parti’ye de muhalif olabilir. Bu muhalefet hakkı kutsaldır, dokunulamaz. Bu muhalifliğini de üniversite dışındaki her yerde, hatta kendi konusuyla ilgiliyse, üniversitede de, yapılan herhangi bir işte, politikada eleştirel yaklaşımını ortaya koyabilir. Buna mani bir durum sözkonusu değil.

Ama maalesef burada sergilenen davranış böylesi bir eleştiri veya muhalefet bile değil. Üniversitenin, akademinin yozlaştırılmasıdır. Sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’a değil, başta üniversiteye, öğrencilere bir saygısızlık sözkonusudur.

Bu tek örnek olsa, aslında bir öğretim üyesinin hezeyanları denilir geçilirdi. Oysa maalesef bugün birçok önemli üniversitemizde belli bir akademisyen grubunun akademik rutini haline gelmiş bir alışkanlığından bahsediyoruz. Ankara Üniversitesi, ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi’nden görüşüp konuştuğum birçok öğrenci, alakalı alakasız birçok derste derslerin Erdoğan’la başlayıp Erdoğan’la bitirildiğinden bahsedildiğini anlatıyorlar. Bazı öğretim üyeleri kendi siyasi duygularını öğrencilerine ders esnasında bazen alaycı bir üslupla, dalga geçerek, bazen de ciddi propaganda üslubuyla empoze ediyorlar. Özellikle dalga geçen üslup, ortamlarda ciddi bir kanaat üretimi oluşturuyor. Ne akıl, ne düşünce, ne analiz, ne delil. İki sulu espri, iki laubali gönderme yetiyor çoğu zaman kanaat üretmek ve bulaştırmak için. Bunun ne bilimsellikle ne akademik özgürlükle alakası yok ama bunu yapanlar sözümona “akademik özgürlük” kutsalının arkasına sığınarak yapıyorlar.

Aslında gerçekten muhalif iseler, mevcut iktidarın politikalarına alternatif politikaların üretimine akademik olarak katkıda bulunmalarını engelleyen bir şey yok.

Bugün beğenmedikleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bir zamanlar muhalifti. Ama o ve arkadaşları muhalefet zamanlarını böyle militanca sululuklarla değil, geleceğin Türkiye’sini inşa edecek alternatif politikalar geliştirerek geçirdi. O zamanlar ortaya koydukları mesaiyle bugünün Türkiye’sini inşa ettiler. Bugünün Türkiye’si, yani sağlık politikalarında, insanına sunduğu sosyal hizmet seviyesi bakımından, sanayi üretiminden, ihracatından, dünyayla entegrasyonuna ve demokratikleşmesine kadar birçok alanda yaşanmış devrim niteliğindeki değişimle, geleceğe daha büyük projeleriyle hızla, güvenle yol alan Türkiye.

Ya siz, ey CHP’nin militan akademisyenleri, ışığı şımarıklığından menkul aydınlar, sergilediğiniz bu sululukların dışında Erdoğan’ın yaptıklarına alternatif olarak ne üretip ne vaat ediyorsunuz?

#Siyaset
#Felsefe
#AK Parti
3 yıl önce
Akademik yozlaşma veya laubalilik ve şımarıklık sorunu
Türkiye’nin ödediği ağır bedel
* Kanal İstanbul’a karşı çıkan, ‘Montrö Lobisi’ kimden talimat alıyor? * Harita hafızadır. Geçmiş kadar geleceği de gösterir. * İpek Yolu’ndan Bering Boğazı’na: Zenginlik ve güç haritası değişti, ülkemizin yüzölçümü değişti! * Kanal’dan sonra “Nükleer silah var” diyecekler. Hadi bakalım!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı