|
Cumhuriyet kimliğinin sosyo-psikolojisi

Perşembe akşamı Ankara''da Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı''nın düzenlediği ve moderatörlüğünü Prof. Naci Bostancı''nın üstlendiği aylık toplantıların bu seferki konuğu psikiyatri doçenti Dr. Erol Göka idi. Göka “Cumhuriyet kimliğinin sosyo-psikolojisi” başlığı altında Türkiye''nin bir millet olarak kaynaşmasını temin eden tutkal (çimento) malzemeler olarak Ziya Gökalp''in Osmanlı''nın son dönemleri için formüle ettiği “çağdaşlık, Türklük ve İslamlık” üçlemesinin Cumhuriyet dönemindeki serencamı üzerine bir hayli ufuk açıcı tartışmalara yol açan tezlerini tartıştı.

Her üç unsur üzerinde, Gökalp tarafından, birleştirici-kaynaştırıcı malzemeler olarak durulmasına rağmen geldiğimiz noktada bu malzemelerin ya artık hiç işlevini yerine getiremediği veya bir-ikisinin birleştiriciliğinin ancak çok özel şartlarda mümkün olabildiği görülmektedir. Göka''ya göre başta bir “ırk” olarak değil bir “hukuki statü” olarak tanımlanan Türklük zamanla münhasıran Türk ırkını ifade edecek şekilde kullanılmaya yönelince Türklük birleştirici olma vasfını doğal olarak tamamen kaybetti.

Modernleşmenin (muasırlaşmanın) kentleşen kitleler üzerindeki kendiliğinden etkisi ile insanlar kaynaştı ama bu etki de bugün özellikle diğer iki unsurdaki gelişmelere karşı özel bir duyarlılığın gelişimiyle bir paralellik kaydetti. “Muasırlaşma” belki yarattığı kentsel işbölümü ve konfor dolayısıyla insanları sosyolojik zorunluluk olarak birbirine bağlıyor, ama bu, gereğinde kimliklerin modern yollarla daha kolay yayılmasına da elverişli bir zemin hazırlamaktan alıkoymuyor.

İslamlık ise bir kimlik olarak belki de en birleştirici unsur olarak kalmıştır, ancak İslamlığa dair iyi niyetli beklentiler yüksek olsa da İslam''ın birleştirici-kaynaştırıcı rolünü oynaması da bazı temel sorunların kapağının hiçbir şekilde açılmamasına bağlıdır. Kürt meselesinde İslam''ın kuşkusuz sorunların daha içinden çıkılmaz hale gelmemesinde İslam''ın rolü çok büyük, ancak sorunun adil bir temelde çözüme kavuşturulmaması İslam''ın daha yüksek değerlerinin aşınmasına da yol açabiliyor. Çünkü giderek sadece hakim unsurun çıkarlarını gözeten bir ideolojik avutma gibi algılanma tehlikesi oluşabiliyor. İslam''ı süreç içinde bekleyen böyle bir tehlike var, ancak Göka''nın bu bağlamda verdiği daha çarpıcı iki örnek başörtüsü ve cemaatlerin dinsel hakları meselesidir. Her iki sorunun kapağı açıldığında İslam''ın birleştirici olma rolü yerini gerilim dolu bir tartışma ortamına bırakabiliyor.

Ne gariptir ki bugün Cumhuriyet döneminde, yanlış bir toplum tasavvurundan kaynaklanan bütün sorunların üzerine cesaretle gidilebilmesinin psikolojik ve hukuki şartlarının oluşmasının ufku belirmiştir. Kürt sorununun çözümü konusunda şimdilik zihinlerde oluşan büyük devrimler çözüme giderek daha fazla yaklaştırmaktadır. Aleviliğin devlet söyleminde resmen tanındığı ve inançlarını yaşama konusunda kendilerinin istediği düzenlemelere gidilmesinin eli kulağında.

Kısacası demokratikleşme sürecinde sorunu çözülmeyen neredeyse hiçbir kesim bırakılmıyor. Buna mukabil başörtüsü neredeyse kilitlenmiş bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Sorunun kilitlenme tarzı dolayısıyla yakın bir gelecekte çözümüne dair bir ışık da görünmüyor. Halbuki iki yıl önce üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakmayı amaçlayan yasa TBMM''nden çıktığında özünde başörtüsü yasağına karşı olanların bile bir kısmı “memleketin başörtüsünden başka bir meselesi mi yok?” diyerek çözüme karşı çıkmışlardı, bugün neredeyse haklar noktasında başörtüsünden başka çözülmeyecek bir sorunun kalmadığı bir ufku görmüş bulunuyoruz.

Göka''nın konuşmasında da değindiği, T.C''nin kurucu bir ideoloji olarak Türklük ve çağdaşlığın yanı sıra İslamiyet bağlamında Sünnilik-Hanefiliği seçmiş olması ve bunun dışında kalan unsurları dışlamış olduğu tezi, sık tekrarlanan ama tashihe muhtaç bir tezdir. Kişisel olarak Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Cumhuriyetin Hanefiliği tercih etmiş olduğu ve buna mukabil Aleviliği veya başka dinsellikleri bastırmış olduğu tezine hiç katılmıyorum. Aksine bu dönemde bütün dinsel kimliklerin bastırıldığı bir laiklik politikası sözkonusudur. Şayet bu uygulamaların sonucunda Hanefi-Sünni eğilimin baskın olduğu bir diyanet dindarlığı çıkmışsa bunun kesinlikle devletin bir tercihi değil aksine halkın bir tercihi olduğunu anlamak gerekiyor.

Ellili yıllara kadar dinin her türlü örgütsel yapısının ve kamusal görünümünün bertaraf edilmesine yönelik uygulamaların Sünniliği hangi anlamda kayırıyor olduğu söylenebilir? Demokrasiye geçildiğinde halk ne kadar ve hangi şekliyle dindarlık talep ettiyse onu elde etti. Aleviliğin bir şey elde edememesi büyük ölçüde kendisinin dindarlık talep etmemesiyle ilgilidir. Alevilik başka ideolojilere angaje oldu ve o da o zamana kadar ne istediyse onu elde etti. Bugün geriye dönüp kaybettiği dindarlığı veya dinsel hakları talep ediyor ve adım adım onları elde etmeye doğru gidiyor. Meselenin bir yanı bu kadar da basittir.

Her zaman olduğu gibi Erol Göka''yı dinlemek veya okumak insanın zihnini açıyor.

14 yıl önce
Cumhuriyet kimliğinin sosyo-psikolojisi
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle