|
Ekonomi sadece ekonomi değildir
Eğitim alanında, bir şeyleri düzeltelim derken yakalanmış olduğumuz başka sorunların çemberinden bahsediyoruz. Bir tür toplum mühendisliği olarak da işleyen sosyolojide aslında bu tarz çemberler malumdu ve adı da konulmuştur:
“Eylemin niyetlenilmemiş veya istenmeyen sonuçları”.
Toplumu bir hendese alanı olarak görmenin ve ona öyle yaklaşmanın eninde sonunda karşımıza çıkardığı bir bedeldir bu.
Toplum alanı elbette fizik alanından çok daha karmaşık ve bizzat olumlu bir maksat adına yaptığımız müdahaleler bazen sorunların kaynağı haline de gelebiliyor.
Tabii bu sorunlara nereden yola çıkarak gelmiş olduğumuzu da hatırlarsak daha insaflı bir değerlendirme yapmış oluruz.
Eğitimin alabildiğine elitist bir kültür ve yapı ürettiği bir modelin sıkıntılarını bertaraf etmek üzere yola çıkıldı.
Eğitimin daha yaygın erişimle hem daha demokratikleştirilmesi hem de hakkaniyete daha uygun hale getirilmesi hedeflendi. Bu hedefe büyük ölçüde varıldı da.
Bugün eğitime erişimin belki haddinden fazla mümkün ve kolay hale getirilmesi sayesinde hiçbir elitizm eleştirisine yer kalmadı.
Avrupa ülkeleriyle yarışacak bir yüksek öğretim mezunu sayısına ulaştık. Ancak bu sefer de eğitim yoluyla edinilen mesleklerin ihtiyaca göre dağılımında çok ciddi sorunlar yaşamaya başladık. Sanayinin aradığı nitelikli teknisyen, atölye işçisi bulunamıyor ama bir mühendis kadrosuna onlarca müracaat olabiliyor. Mühendis unvanı elde etmiş kişi ise bu statünün altında bir unvanla çalışmaya razı olmuyor. Böylece tarım ve sanayimiz ihtiyaç duyduğu eleman ihtiyacının önemli bir kısmını Suriyeli veya Afgan işgücü istihdamıyla karşılamaya çalışıyor.
Üniversite mezunlarımız ise demokratik kültür açısından yeterince karşılanamayan yüksek talepkârlıklarıyla toplumda ciddi bir hoşnutsuzluk kaynağı haline geliyorlar.
Bu çemberi bir yerinden kırmaya başlamak gerekiyor
dedik. Bunun için ilk akla gelen eğitim sisteminin içeriğiyle birlikte yeni baştan ele alınması.
12 yıllık zorunlu eğitimin mutlaka üçüncü 4 yılının zorunlu olmaktan çıkarılması ve meslek eğitimine çak daha açık hale getirilmesi gerekiyor.
Zorunlu lise aynı zamanda kolay lise anlamına da geliyor ve doğru dürüst bir disiplinden geçmeden, sınıfta kalma endişesi hiç yaşamadan okula giren herkesin mezun olduğu bir mekanizma bu zorunluluktan kaçınılmaz olarak doğmuş oluyor.
Bu yanıyla sistemin pedagojik açıdan mutlaka yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Yetenek, kabiliyet, yatkınlık ve başarı şartları böyle bir istense de yeterince gözetilemiyor.
Sonuçta herkes, bilse de bilmese de yapsa da yapmasa da bir şekilde liseden mezun olduğunda ise üniversite kapısına da dayanması mukadder oluyor.
Oysa bu mezunların önemli bir kısmı başarı seviyesi, kabiliyetleri, yatkınlıkları itibariyle üniversite okumak yerine meslek sahibi olup hayata oradan atılması gerekiyor.
Üniversite mezunu sayısı konusunda aslında Türkiye kendini yeterince kanıtlamış oldu, isteyince yapabildiğini ele güne de kendine de göstermiş oldu. Mevcut mezunların bugün bazı sıkıntıların kaynağı olsa da ciddi bir beşerî sermaye oluşturduğunda hiç kuşku yok.
Sorun bu beşerî sermayenin bugün için gereğinden fazla olmasından kaynaklanıyor ve sermaye de olsa bahsettiklerimizin her biri birer insan.
Beklentileriyle, talepleriyle, duygularıyla birer insan.
Bu çemberin kırılacağı bir yer de elbette iş ahlakı ve bunun üretim döngüsündeki, kalkınmadaki rolü boyutu.
Kalkınma değerler eğitiminden bağımsız olarak düşünülemez. Kalkınmada ciddi bir motivasyon ancak ciddi bir değerler eğitiminden ve iş ahlakıyla sağlanabilir ki, bu konuda sorunlarımız bugün üzerinde durduklarımızın yanında aysbergin su altında kalan yanı kadar.
Batıda ilk kalkınma teorisyenleri, mesela Max Weber ve Emil Durkheim, kalkınma ile dini değerler arasındaki ilişkiyi zorunlu olarak görmüşlerdir.
İnsanı azimle çalışmaya, mesleğine karşı dürüst, sadık ve bağlı olmaya sevk eden ciddi bir iş ve meslek ahlakının altını çizmişlerdir.
Weber
’in
Protestanlığın rolü
nü,
Durkheim
’in
toplumsal işbölümü
ve bireyin topluma, millete karşı görevi üzerinden altını çizdiği iş ve meslek ahlakı konusunda ciddi bir açığımızın olduğunu da söylemek gerekiyor.
Birilerinin basitçe “iş beğenmeme” olarak nitelediği yaygın durum aslında büyük ölçüde bununla ilgili.
Hasbelkader şahit olduğum iş taleplerinin büyük çoğunluğunda emek gerektiren bir iş yerine hiç çalışmadan veya çok aç çalışarak bir maaş beklentisi çok yaygın bir eğilim. Emek gerektiren bir işe girenlerin kısa süre içinde işin hakkını vermeden daha kolayını aramaya başlamaları ise istihdam kültürümüzün en bariz habituslarından. Belli işte çalışanlar kendi mesleklerinden memnun değiller.
Kendi mesleğinden memnuniyet az olunca o işe, o mesleğe hakkını verme ihtimali de az oluyor. Böylece meslekler yaptığı işten memnun olanlarca işgale edilmiş oluyor, dolayısıyla çıkan işin kalitesine de yansıyor bu durum.
Gerçi, bu konuda eskiye nazaran ciddi bir iyileşme olduğunu her şeye rağmen söylemeliyiz ancak bugün
Türkiye’nin çok daha iyisine ihtiyacı var
ve bu da
ciddi bir iş ahlakı, motivasyonu ve değerler eğitiminden geçiyor.
İşini iyi yapmak, işini sevmek insanların iliklerine kadar işlemesi gereken bir değer.
Gerçekten de ekonominin sadece ekonomi olmadığını en iyi göreceğimiz yer burasıdır. Ekonomi ahlaktan, maneviyattan kopunca, sadece materyal boyutta kabul edilince daha iyisini yakalamak mümkün olmaz.
#Türkiye
#Avrupa
#Max Weber
#Emil Durkheim
2 yıl önce
Ekonomi sadece ekonomi değildir
Biz işimizi mükemmel yaptık ama seyirci anlamadı!
Kara dinlilerle milletin savaşı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı